BU PARA KOLAY KAZANILMIYOR!
Yaşı yetmişi geçmiş, zor nefes alıyordu... Elindeki valizi kaldırıma bırakıp bahçe demirinden tutunmuştu. Ayakta güçlükle duruyordu. Kalbi küt küt atıyor, ciğerlerinden çıkan nefes boğazını yakıyordu. Üzerine kalın bir siyah manto giymişti, ala bula bir eşarbı çenesinin altından bağlamıştı. Geldiği hafif eğilimli yola baktı. Daha epeyce yürüyecekti. Aralık ayının ortaları olmasına rağmen hava şansından güneşliydi. Gözlerini kapattı. İçinden bildiği duaları okudu.
“Valizinizi, hastanenin yanına kadar taşıyabilirim,” diyen o sesi duyunca gözlerini açtı. Kendisinden biraz daha genç gözüken; saçları epeyce dökülmüş, kahverengi gözlüklü, hafif sakallı, tombul, sevecen biriydi karşısındaki. Valizi verip vermemekte bir an tereddüt etti.
Adam tam yanından uzaklaşmak üzereydi ki “Olur,” kelimesi gayriihtiyari ağzından çıkıverdi.
Adam eğilip yaşlı kadının önündeki valizi aldı. Fazla ağır değildi. Kaldırım dar olduğundan yola indi ve yürüdü. Üç yüz metre sonra dik yokuşun başındaki kavşağa gelince durdu. Elindekini yere bıraktı. Doğrulduğunda kadın da kendisine yetişmişti.
“Ben, karşıdaki hastaneye gideceğim. Sizin yolunuz ne tarafa?”
Yaşlı Kadın, eliyle yokuşun üst tarafındaki parkı işaret etti.
“Bu valizle o dik yolu çok zor çıkarsınız. Benim acelem yok, gideceğiniz yere kadar size yardım edeyim.”
“Allah senden razı olsun. Zahmet etme. Buraya kadar getirdin ya! Bu bile benim için iyi oldu. Siz işinize gidin,” deyince aralarında bir sessizlik oldu.
Adam, önce dik rampaya, sonra kadına, bir de valize baktı. “Zaten zor yürüyen kadının, bu yokuşu çıkması imkânsız,” dedi içinden. Sonra da yere bıraktığı valize uzandı:
“Parka kadar ben size eşlik edeyim,” dedi.
Adamın zaman zaman yokuşlarda ve merdivenlerde nefes darlığı çektiği oluyordu. Üç ay önce kalp yetmezliği teşhisi konulmuştu. Kalbine pil takılacaktı. Doktoru, “Bu arada, merdiven çıkma, dik yokuşlara tırmanma,” diye sıkı sıkı tembihlemişti. Şimdi bir de elinde fazladan valiz vardı. “Allah büyüktür. Ya Allah, bismillah,” dedi ve adımını attı. Sonrada sağ tarafındaki yaşlı kadına doğru döndü:
“Ablacığım, yolculuk nereden?”
“Beypazarı’ndan.”
“Kime gidiyorsun?”
“Kızıma.”
“Yoksa enişte bey, evden mi kovdu seni?”
“Eşim evde yatıyor. Geçen hafta ameliyat oldu ve kalp pili takıldı.”
“Aa, ben de pil taktıracağım. Hangi hastanede yaptırdınız?”
“Özel bir hastanede. Hiç sorma sorma, çok paramız çıktı. Tahminen seksen bin lira harcadık.”
“Devlet hastanelerinde ücretsiz takıyorlar kalp pilini. Ben de bu ayın sonunda Gülhane Hastanesine yatacağım. Eşinize geçmiş olsun.”
Yaşlı kadın, durdu. Adam da ona uydu. Her ikisinin de göğüsleri kalkıp kalkıp iniyordu.
“Benim kocam, çok yiyordu. Aşırı kilosu vardı. Günde iki paket sigaraya bana mısın demiyordu. Sen de sigara içtin mi?”
“Hayır! İçmedim.”
“O zaman kalp bozukluğun nereden olmuş?”
“Bilemiyorum. Doktor, birkaç kere, ‘Korona geçirdin mi?’ diye sordu. Herhalde o hastalıktan kaynaklandığını düşünüyor.”
“Size de geçmiş olsun. Yağlı ve aşırı yemeyeceksin. Kilo vereceksin. Sigara içmeyeceksin kocam gibi.”
“Tavsiyeleriniz için teşekkür ederim. Bu arada, eşinizi ameliyatlı haliyle nasıl bıraktınız da yollara düştünüz?”
“Kızım geldi. O bakıyor.”
“Siz, ‘Kızıma gidiyorum,’ dediniz. Ardından da ‘Kızım geldi o bakıyor,’ diyorsunuz. Benim bu işe kafam karıştı.”
“Karışmasın. Şimdi gideceğim yer ikinci kızımın evi. Ben ve eşim Beypazarı’nda oturuyoruz. Diğer kızım da evli. O da yakınımızda bir yerde kalıyor. Pazar günü umreye gideceğim. Şu yokuşu çıktıktan sonra ikinci dediğim kızımın evi biraz ileride. Üç tane yetime bakıyor. Onu ve torunlarımı ziyaret edeceğim. Helallik dileyeceğim. Taşıdığın valizdeki öteberileri bırakacağım.”
“Kızınızın kocası yok mu?”
“Var… Boyu posu devrilsin! Üç yavrusunu ve kızımı ortada bırakıp bir kadının peşine düşerek evi terk etti. Yakında boşanacaklar.”
“Kim bakıyor torunlarınıza ve kızınıza?”
“Kızım temizlik işlerine gidiyor ama geçinemiyor. Yetmediği yerde de biz destekliyoruz. “
“Oğlun filan yok mu, kızınıza yardımcı olacak?”
“Dört oğlum var. Ne bize ne de kızıma dönüp bakıyorlar. Hepsinin de evleri, arabaları, tıkır tıkır işleyen işleri var. Durumları çok iyi ama hiç sorma hepsi de hayırsız çıktı!”
“Bunun bir nedeni olmalı, yoksa küstürdünüz mü onları?”
“Bizlerden sağlığımızda tarlalarımızı istediler. Eşim ve ben vermedik. Buna kızdılar. Kapımızı açmıyorlar.”
“Canınızı sıkmayın. Bir gün hatalarını anlarlar. Eşiniz ameliyat olmuş, evde yatıyor; siz “umreye gideceğim,’ diyorsunuz. Yalnız mı gideceksiniz?”
“Bacım ve birkaç bayan arkadaş ile gideceğiz. Hacca yazıldık. Çıkmadı. Elim ayağımız tutarken umreye gitmeye karar verdik. Kocam aniden kalp krizi geçirdiği için bizimle gelemeyecek.”
Adam ile yaşlı kadın lafa o kadar dalmışlardı ki yokuşu çıkıp parka ne zaman geldiklerini anlayamadılar.
“Allah sizden razı olsun, bundan sonra ben gidebilirim,” dedi kadın.
“Babam bana devamlı şunu söylerdi: ‘Yaptın bir hayır, tut da çenetinden ayır’ Ben de sizi kızınızın evine kadar götüreceğim. Siz bana evi gösterin.”
Kadının eliyle işaret ettiği eve daha beş yüz metre vardı. O yaşlı haliyle bu dik yokuşu elinde ağır bir valizle çıkmayı nasıl göze almıştı bu kadın? Adam hayret etti ve tam evin yanına geldiğinde sormadan edemedi:
“Ablacığım, boşanma aşamasında, üç yetimle kalan kızınıza yardım ettiğinizi, çok sayıda tarlanızın olduğunu ve umreye gideceğinizi söylediniz. Bu anlattıklarınıza göre maddi durumunuz çok iyi sayılır. Metronun son durağından üç kilometre uzaklıktaki bu yolu yürüyerek gelmeyi nasıl göze aldınız? Hiç taksi tutmayı düşünmediniz mi?”
“Kızım da ‘Anne bir taksi tut, onunla gel,’ dedi. Geçen geldiğimde dediğini yaptım. Taksici benden elli lira aldı. Çok zoruma gitmişti. Bu para kolay kazanılmıyor.”
Duydukları karşısında şaşıran adam,
“Evet, para kolay kazanılmıyor,” demekten kendini alamadı.
Ankara Keçiören, 14.12.2023