LEBLEBİ AĞACI !..
Trabzonlu Mıstık ile Çorumlu Şükküş bir gün Ankara’da bir araya gelmişler. Bugün ne yiyelim diye düşünürken Şükküş:” Mıstık gel bugün seni ‘ Ektiğim nohut, diktiğim nohut, Dibine su döktüğüm nohut. Şehre gelince leble mi oldun nohut” diye tekerlemesini yazdığın nohut hazretlerini yemeye gidelim.” demiş.
Trabzonlu Mıstık’ta” Olur asker arkadaşım. Seninle ben taş bile yerim” demiş.
“Götüreceğim lokanta benim hemşerimin yeri. Çok mükemmel nohut yahnisi yapıyor. Ankara’da nohut yahnisi, nohutlu pilav yiyeceksen “Palabıyık Çorumlunun” lokantasına gideceksin. Pişirdiği nohutlar benim köyde yetiştirdiğim nohutlar. Her yıl benden bu hemşerim beş çuval nohut satın alır. Bakalım yetiştirdiğim nohutları beğenecek misin?” der Çorumlu Şükküş.
“Askerde beraber yediğimiz nohut gibi ise beğenmem. Sen de biliyorsun ki askerdeki pişen nohutu çoğumuz yemiyorduk. Çöpe dökülüyordu,” diye karşılık vermiş Trabzonlu Mıstık.
Palabıyık Çorumlunun lokantasına girdiklerinde hemen girişte bir ağaç gözüne ilişmiş Mıstığın. Ağaca dikkatlice bakmış; bir de ne görsün. Ağacın yaprakları arasında nohut taneleri var: “ Allah Allah “ demiş. “ Nohut demek ki aynı bizim finduk gibi ağaçta yetişuymuş! Yine de çok merak ettim. Hele bir nohut yahnisini yiyelum. Sonra da Çorumli Asker Arkadaşıma ‘Ektiğim nohut, diktiğim nohut, dibini suladığım nohut. Şehre gelince leblebi mi oldun “ denilen nohutu nasıl yetiştirdiklerini, nasıl hasat ettiklerini bir sorayum “ demiş.
Kuzu etiyle pişmiş etli nohutu yemişler. Üstüne de Osmancık pirinciyle pişmiş nohutlu pilavı yuvarlamışlar. ÜÇÜNCÜ olarakta kabak tatlısına kaşığı sallamışlar. Ardından tavşan kanı çayı içerken Lokanta Sahibi Palabıyıklı Çorumlu masalarına gelip oturmuş. Başlamışlar sohbete. Çorumlu Palabıyık nohutun faydalarından, yahnisinin nasıl pişirildiğinden, leblebi haline nasıl geldiğinden bahsettikçe Trabzonlu Mıstığın ağzı açık kalmış. En sonun da dayanamamış asker arkadaşına:” Şükküş, Palabıyıklı Çorumlu aşçının anlattığına göre ne mübarek bir şeymiş şu yediğimiz nohut. Bu nohutu nerede ve nasıl yetiştiriyorsunuz” demiş.
“Asker arkadaşım sen demek nohutun nerede yetiştirildiğini bilmiyorsun. Lokantaya girerken girişte bir ağaç dikkatini çekmiştir. İşte o gördüğün ağaçta yetişiyor nohut. Aynı sizin fındık ağaçlarının boyunda gördüğün gibi nohut ağaçta yetişiyor. Biz bu ağaca leblebi ağacı diyoruz,” demiş.
Trabzonlu Mıstık “ Asker arkadaşım Şükküş, etli nohut yahnisi çok hoşuma gitti. Askerde karnım ağrıdığında bana leblebi tozunu yedirmiştin. Ardından da su içirmiştin. Beni kabızlıktan kurtarmıştın. Ama altıma da kaçırmış çok rahatlamıştım. Sana o zaman çok teşekkür etmiştim. Benim bu karın ağrısı zaman zaman tekrarlıyor. Bana sizin şu leblebi ağacının fidanından verebilir misin? Fınduk bahçeme dikeyum. Ben de senin gibi nohut ve leblebi tüccarı olayım. Ne diysun bu işe” demiş.
Çorumlu Şükküş “ Olur. Neden olmasın. Bahçemizde söküp sana birkaç fidan vereyim “ demiş.
Çorumlu Şükküş ile Trabzonlu Mıstık karınlarını doyurur doyurmaz doğru Alaca’ya gitmişler. Alaca’da Şükküş ‘ün babaocağı bahçesinde “cılk eriklerin” fidanları varmış. Onlardan beş-altı tane söküp, güzelce paketleyip Mıstığın arabasının bagajına yerleştirmiş. Mıstığı oradan Trabzon’a yolcu etmiş.
Trabzonlu Mıstık ertesi gün fındık bahçesine gitmiş. Boş olan yerlere Çorumlu Şükküş ‘ün hediye ettiği leblebi ağaçlarını ( cılk erik fidanlarını) dikmiş. Can suyu olarakta dibine kendisi su dökmüş. “Haydi hayırlısı demiş. Fındıktan verimli olursa , iyi de para ederse fındıkları söker, her tarafa leblebi ağacı dikerim” demiş.
İki yıl sonra Trabzonlu Mıstık , asker arkadaşı Şükküş’ü telefonla arıyor :” Asker arkadaşum, selam eder; gözlerinden öperim; leblebi ağacı diye verdiğin fidanlarda nohut yerine , aynı nohut büyüklüğünde sarı sarı cılk erikler çıktı. Onları yedum. Ötürek (ishal) oldum. Habire altıma cıvık cıvık yapayrum. Baktım olmayur çocuklar gibi altuma bez bağladum. Bu fidanları dikerken diplerine işemiştum. Fidanlar Korana gibi mutasyona mı uğradı da nohut yerine cılk erik oldu. Bir türlü bunu anlamadum “ demiş.
Çorumlu Şükküş’te “ Asker arkadaşım ben sana leblebi fidanlarını diktikten sonra can suyu dök dedim. Dibine işe demedim. Sen yanlış sulama yapmışsın. Ya da “ Ektiğim nohut, diktiğim nohut, dibine su döktüğüm nohut, şehre gelince leblebi mi oldun” misali, bizim Çorum’daki nohut ağacı pardon leblebi ağacı Trabzon’a gidince “cılk erik ağacı “ mı oldu sayende “ demiş, telefonu kapatmış;gülmeye başlamış.
O kadar gülmüş ki sormayın Trabzonlu Mıstık gibi o da altına kaçırmış.
TRABZONLU MISTIĞIN ÇORUMLU ŞÜKKÜŞ’E YAZDIĞI HİKAYESİ
ŞÜKRÜ'NÜN NOHUT
İLE İMTİHANI
Öğretmen okulu mezunu olmasına rağmen, öğretmenlikte başarı sağlayamayan Şükrü; çareyi maliyeciliğe kapak atmakta bulur. Bir yolunu bulur, Merkez Bankasında işe başlar ama orada da başarılı olamaz. Damat ile birlikte, bankanın döviz rezervini eksiye düşürür. İmdadına emeklilik yetişir. Emekli olur ve köyüne yerleşir. Köyde boş durmak olmaz. Kendi tarlasının yanı sıra, kiraladığı tarlalarda nohut üreticiliğine başlar. İlk yıllar kırk teneke nohut eker, otuz teneke biçer ama pes etmez. Havaların iyi gitmesi ile şansı döner ve verimli bir yıl geçirir. Ürünü hasat eder, bir kısmını kışlık olarak ayırır, geri kalanını satar. Bazı akşamlar, fırınlı sobanın ekmek gözüne nohut atarak kavurur ve oğulcukla birlikte atıştırırlar. Nohutları kavurma yerine yaktığı için oğulcuğun "bu nedir" sorusuna "nohut kavruğu" cevabını verir.
Hasatta kendisine yardımcı olan oğulcuğa "Çorum'u gezdirme" sözünü verir. Gün gelir Çorum'a giderler. Öncelikle yıkılan türbelerin çukurlarına bakarlar, atılan para var mı diye...
Şehirde dolaşırken yolları Samsun-Ankara yoluna çıkar. Hediyelik satan dükkanlardan sesler gelmektedir. - Buyurun beyler buyurun! Taze kavrulmuş, mis kokulu leblebi. Şükrü oğulcuğun yüzüne bakar. Leblebi istediğini anlar. Aslında kendi de merak etmektedir bu nedir diye. Karadeniz Leblebicisi yazan dükkana girer. Bu Karadenizli; olsa olsa Trabzonlu olur, bana madik atmaz diye düşünür. On lira vererek yarım kilo leblebi alır. Yol boyu tür atarken keblebileri atıştırmaya başlarlar. Yedikçe; "bu bizim nohut kavruğu" diye düşünür. Geri dönerek nohut aldıkları dükkana dönerler. Şükrü adama sorar; "bu leblebiyi neden yapıyorsunuz?" Adam gülmeye başlar. Şükrü bozulur ama bir şey diyemez. Aklına; Mustafa'nın anlattığı "kendisine sempatik diyen adamı vuran Tonya'lí fıkrası gelir. Ya adam Tonya'lıysa..
Leblebinin hikayesini dinledikten sonra dükkandan çıkar ve kendi kendine söylenmeye başlar; - Ektiğim nohut,
- Biçtiğim nohut,
- Kanını ........ nohut,
- Şehire gelince sosyete mi oldun da adını değiştirdin.
Şükrü bu olaydan sonra karar vermiştir. Tarlalara yemlik bitkiler ekecek, biraz köyün alarak reis olmaya çalışacaktır. Bakalım reislikte başarılı olabilecek mi.....
Not: Her iki hikaye hakkında görüşlerinizi bekliyoruz..