KOYUN TÜCCARI ÇORUMLU ŞÜKKÜŞ VE TİLKİ DELİĞİ!
Çorumlu Şükküş, altı yıl öğretmenlik, hiç ara vermeden ne bir gün fazla ne bir gün eksik (23 Temmuz 1984/23 Temmuz 2016) olmamak üzere kılı kılına tam otuz iki yılda Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ndan ( En son Kayseri Şubesi’nden Müdür Yardımcısı olarak) emekli olmuş ve yüklü bir emekli ikramiyesi almış.
Çorumlu Şükküş’ün yüklü emekli ikramiyesini aldığını “ Sağır Sultan” bile duymuş; o güne kadar hiç arayıp sormayanlar da dahil olmak üzere birçok kişi “ Oğlumu-kızımı evlendireceğim, ev-otomobil alacağım, yurt dışına gideceğim gibi bahanelerle borç para istemişler. Bunların içinde asker arkadaşı Trabzonlu Mıstık’ta varmış; onun isteğini anında yerine getirmiş. İnandırıcı olan arkadaşlarının taleplerini karşılamış; parasının üzerine yatacaklarına ise kibarca “Koyun alacağım. Koyun Tüccarlığı yapacağım. Kusura bakmayın “ diye redetmiş...
Bakmış ki ikramiye parası gün geçtikçe eriyor; borç para isteyenin haddi hesabı yok; bir türlü de talepler azalmıyor; sonunda ikramiyesinin geri kalanının tamamını koyunlara yatırmış. Tam beş yüz adet koyun satın almış.
Babaocağında da çok geniş bir bahçesi varmış. Koyunları almadan buraya büyük bir ağıl yaptırmış. Bahçenin çevresine çeşit çeşit meyve ağaçları dikmiş. Ortasına da koyunlar için yonca ekmiş. Koyunları gütmek için Alaca Belediyesi’nden “ on bin lira ücretli koyun çobanı aradığını” ilan ettirmiş. Çorum’un yerel basınına da “çoban aradığını, vereceği ücretin dolgun olacağını” belirten ilanlar vermiş.
“Ülkede şöyle işsizlik var, böyle işsizlik var, açız, hükümet nerede? Devlet nerede? “deyip ortalığı velveleye veren, sağda solda boş gezenlerden bir Allah’ın kulu; yapılan sesli ilanlara veya basındaki yazılı ilanlara hiç ilgi göstermemişler.
Çorumlu Şükküş , yana yakıla çoban ararken Asker Arkadaşı Trabzonlu Mıstığın da emekli olduğunu öğrenmiş ve arkadaşının Facebook sayfasında “RENCİBERLİK BÖYLE OLUR
Her türlü ağacın (fındık, nohut, pirinç, bulgur, ceviz, mercimek) bakımı, budaması, gübreleme ve ilaçlaması, itina ile yapılır,” paylaşımını okumuş. Buna çok sevinmiş. Hemen telefonla Trabzonlu Mıstığı aramış;
“Alooo. Mıstık, ben asker arkadaşın Çorumlu Şükküş. Nasılsın arkadaşım. Emekli olmuşsun. Hayırlı uğurlu olsun. Bir de Facebook sayfanda okuduğum gibi her türlü ağacın ( fındık, nohut, pirinç, bulgur, ceviz, mercimek) bakımını, budamasını, gübreleme ve ilaçlamasını yapıyormuşsun. Benim de babaocağından kalma bir bahçem var . Bu bahçede çeşitli meyve ağaçları budanacak , ilaçlanacak, gübrelenecek. İşin yoksa atla gel , beni bu dertten kurtar “ demiş, ardından da konuşmasını şöyle sürdürmüş:
“Sana ayrıca bir teklifim daha var. O da şu : Ben büyük bir koyun tüccarlığına başladım. Koyunların etinden, sütünden, yününden, bağırsaklarından, kemiklerinden, gübresinden müthiş para kazanıyorum. Gel seni bu işe ortak edeyim. Yalnız çoban bulamadım. Çoban bulana kadar koyunları beraber güdeceğiz. Tabi kabul edersen.
Son bir şey daha söyleyeceğim. Bunu söylemeden ölürsem öbür dünyaya borçlu gideceğim. Hatırlarsan senin deden Üçüncüzade’den bir küp altın miras kalmıştı. Sen de bana bu küp altını Merkez Bankası Malatya Şubesinde emanet etmiştin. Ben de bu küp altını benim kasada saklamıştım. Daha sonra ben sana telefon açıp “ Benim kasayı hırsızlar soydu. Senin küp altını da götürmüşler. Üzerine bir bardak soğuk su iç” demiştim ya; aslında benim kasa masa soyulmamıştı. Ben o küp altının üzerine yatmıştım” dediğinde Trabzonlu Mıstık arkadaşının sözünü kesmiş:
“Yahu asker arkadaşım Çorumlu Şükküş, o anlattığın dedem Üçüncüzade tarafından, yazdığım “ örnek andımızın” ödülü olarak verilen bir küp altın hikayesi bir rüya idi. Benimle kafa mı buluyorsun? “ demiş.
Çorumlu Şükküş” Mıstıkçığım, sen emekli olunca bazı yaşadığın olayları rüya gibi algılamaya başladın. Bu duruma tıpta ne diyorlar bilmiyorum ama aynı senin gibi ben de zaman zaman gerçek hayatta bazı olayları tekrar yaşarken ‘aaa ben bu olayı daha önce yaşadım” diye şaşırıp kalıyorum. Senin rüya olarak o gördüğün bir küp altın gerçek. Ben onu senden çaldım; işin doğrusu. Şimdi vicdan azabı çekiyorum. Eğer benim bahçenin bakımını yaparsan, benimle koyun ortaklığını kabul edersen; emekli olduğumda sana borç olarak verdiğim paranın üzerine bir kalem çizeceğim ve dedenden sana hediye edilen küp altını sakladığım yerden bizzat sana çıkarttırıp iade edeceğim. Cevabını en kısa zamanda dört gözle bekliyorum” deyip telefonu kapatmış.
Bir hafta sonra Mıstık, beyaz bir atla; atın heybesinde bağ ve bahçe işlerinde kullanacağı alet ve edavatla çıkıp Alaca’ya gelmiş.
Çorumlu Şükküş, asker arkadaşı Mıstığın geldiğini görünce ne yapacağını bilememiş. Hemen kapısında beş yüz koyunlardan birini kesmiş. Bahçede güzel bir kuzu çevirme yapmış. Mıstık ile beraber oturmuşlar ikisi koca bir koyunu yemişler. O kadar fazla yemişler ki tuvaleti yol etmişler. Sabaha kadar çaylar içilmiş, mısırlar patlatılmış, leblebiler yenilmiş, kuzine sobada gümpürler, kabaklar pişirilmiş; yedikçe yemişler; bir türlü doymak bilmemişler.
Ertesi gün birlikte bahçedeki ağaçların budama, bakım, gübreleme , ilaçlama işlerini yapmışlar.
Trabzonlu Mıstık :” Çorumlu Şükküş arkadaşım, bana koyun ortaklığını teklif etmiştin ya!.. Ben buraya gelirken çocuklarla görüştüm. Onlar bu işe sıcak bakmadılar. Ben sana bahçe bakım, budama, ilaçlama, gübreleme işini öğreteyim . Sen de bana koyunculuğu öğret. Ben Trabzon’a gidip koyun tüccarlığını orada yapayım. Bir de benim sana sakla deyip teslim ettiğim dede yadigarı küp altınımı verirsen çok memnun olurum, ben memleketime gideyim. Müsaade edersen” demiş.
Çorumlu Şükküş ‘te “Olur asker arkadaşım. Sen nasıl istersen öyle olsun” demiş.
Trabzonlu Mıstık , asker arkadaşı Çorumlu Şükküş’e bahçe işlerini; Çorumlu Şükküş ‘te, Trabzonlu Mıstığa koyun tüccarlığının ınığını cıcığını öğretmiş.
Trabzonlu Mıstık memleketine gitmeden bir gün önce Asker Arkadaşı Şükküş ile eşeklere binip, beşyüz koyunu önlerine katarak; Alaca’nın yıllar önce panayır yapılan Tilki Deliği mevkisine gitmişler.
Koyunlar tarlalarda yayılırken Çorumlu Şükküş ile Tranzonlu Mıstık, Tilki Deliği Mevkiindeki tepelerde, tilkiler tarafından eşilmiş tilki yuvaların bulunduğu yere çıkmışlar.
Çorumlu Şükküş, eliyle Trabzonlu Mıstığa üç tane tilki deliğini göstererek “ Asker arkadaşım, işte şu gördüğün delikler tilkiler tarafından oyulmuş tilki yuvaları ve burada tilkiler kış boyu içinde yatıyorlar. Yazları da bu delikleri kullanmıyorlar. Senin bana emanet ettiğin küp altını unutmayayım diye senin soyadın olan ÜÇÜNCÜ tilki deliğinin en dibine (kimse bulamasın diye ) sakladım. Eğer küp altını götürmek istiyorsan ÜÇÜNCÜ tilki deliğine gir; küp altınını çıkar” demiş.
Trabzonlu Mıstık “ Ben bir daha buralara ya gelirim ya gelmem. Gelmiş iken Üçüncüzade Dedemin hediye ettiği küp altını alıp gideyim” demiş ve ÜÇÜNCÜ tilki deliğine birden dalıvermiş.
Trabzonlu Mıstık tilki deliğinde bir küp altını ararken; Çorumlu Şükküş, tilki deliği önünde kıs kıs gülüyormuş. Çünkü çocukluklarında kendisi ve iki arkadaşı ile bu tilki deliklerine girmişler. Delikten çıktıklarında ise binlerce pirenin hışmına uğramışlar; bütün vücutları kaşınmaya başlamış ve tüm elbiselerini çıkarmışlar, sadece donları kalmalarına rağmen pirelerden bir türlü kurtulamamışlar; en sonunda da elbiselerini yakmak zorunda kalmışlar...
İki üç dakika geçmemiş ki Trabzonlu Mıstık götün götün delikten bağıra çağıra çıkıvermiş. Ayağa kalktığında kafasında , vücudunun her tarafında pireler dans etmeye başlamış. Mıstık eliyle kafasını, bacaklarını, gövdesini kaşıdıkça kaşımış. Bir yandan da Trabzonluların horon oynadıkları gibi zıplamaya başlamış.
Çorumlu Şükküş “ Mıstık ne oldu? Tilki deliğinde küp altını buldun da mı sevinçten horon oynuyorsun? Bu ne hal? Üstünde, kafanda küçük küçük hayvanlar da aynı senin gibi zıplayıp duruyorlar. Onlara da yoksa sizin yörenin horonunu mu öğretiyorsun?” demiş.
Trabzonlu Mıstık , bir yandan horon oynar gibi zıplarken, bir yandan da eğilerek, bükülerek elleri ile vücudunu saran pirelerden kurtulmaya çalışırken : “ Çorumlu Şükküş arkadaşum, tilki deliğinin dibine kadar gidemedim. Şu üzerimde zıplayan hayvanların saldırısına uğradım. Her tarafımı sardılar. Şu küp altınından ben vazgeçtim. O senin olsun. Ben buraya bir daha girmem, o küp altını da almam. Ben sana onu bağışlıyorum. Yeterki sen beni bu mahluklardan kurtar “ demiş.
Çorumlu Şükküş “ Asker arkadaşım, küp altını bana bağışladığına söz veriyor musun? Yemin et” demiş.
“ Vallahi billahi söz veriyorum. Tilki deliğindeki dedemin hediyesi küp altını sana bağışlıyorum. Çabuk ol beni düşman gibi kuşatan bu küçük hayvanlardan kurtar” demiş Mıstık.
Trabzonlu Mıstık tüm vücudunu saran ve her tarafını kaşındıran, hamsi balığı gibi zıplayan küçük küçük hayvanların pire olduğunu bilmiyormuş. Bugüne kadar da pire denen bir mahlukatla hiç karşılaşmamış...
Çorumlu Şükküş, asker arkadaşından yeminli billahlı küp altının bağışını alınca:” Mıstık, üzerindeki tüm elbiselerini çıkar. Sadece donun kalsın” demiş.
Mıstık söylenileni bir çırpıda yapmış. Allah’tan ki hava sıcakmış. Mıstık tüm elbiselerini çıkarıp arkadaşı Şükküş ‘e uzatmış. Arkadaşı Şükküş’te bir kibrit çakıp onları çatır çatır yakmış. Ateşi gören elbiselerin üzerindeki pireler zıplayıp kaçmışlar. “ Mıstık arkadaşım bak, tüm pireler elbiselerinden uzaklaşıp gittiler. Seni askerde kabızlıktan leblebi tozu ile kurtardığım gibi şu elimdeki kibritle de elbiselerini yakarak pirelerden kurtardım. Bu iyiliğimi hiç unutma. Tamam mı? Ben koyunları alıp eve gidiyorum. Sen de Karakaçan Eşeğe bin arkamdan gel “ demiş.
Trabzonlu Mıstık, çırılçıplak halinde titreyerek çömelmiş; düşünmeye başlamış; sonunda asker arkadaşı Çorumlu Şükküş tarafından oyuna getirildiğini anlamış. Üzerinde sadece donu ile asker arkadaşının arkasından koşmaya başlamış : “ Senin yaptığını Çorumlu yapmaz. Senin yaptığını Çorumlu yapmaz. Senin yaptığını Çorumlu yapmaz” diye üç kere avazı çıktığı kadar bağırmış...
ÜÇÜNCÜ’de sesi iyice kısılmış!..
......./......
NOT: Bu hikaye aşağıda Trabzonlu Mıstık tarafından yazılan yazıya karşılık yazılan bir hikayedir. Yani karşı devrimlik bir hikaye,
TRABZONLU MUSTAFA ÜÇÜNCÜ TARAFINDAN YAZILAN HİKAYE
REYİSLİKTEN BAŞKANLIĞA
Bizim Şükrü; girdiği hiç bir işte başarılı olamayınca, reyis olmaya karar vermiş. Onların oralarda, en çok koyunu olana "reyis" denirmiş. Araştırmış, soruşturmuş, en çok koyunu olan reyisten daha fazla koyun alarak reyisliği ele geçirmiş.
Emekli ikramiyesinin büyük bir kısmı koyunlara gitmiş. Köylüleri başlamış yağ yakmaya "reyis aşağı, reyis yukarı" Bu övgüler çok hoşuna gitmiş. Akşam kahve sohbetlerinde çaylar Şükrü'den. İkramiye yavaş yavaş suyunu çekiyor.
Şükrü; koyundan bir şey anlamaz. Koyunları kırlara çıkarır, elindeki kitabı okuyarak zaman geçirirdi. İki- üç günde bir, kurt yemiş bir koyuna rastladığı halde, koyunlarını saymak aklına gelmiyordu. Zamanla koyunların bir kısmı tüy dökmeye başladı. Şükrü seviniyordu. Semiren hayvanlar tüy döker diye.
Bir gün koyunları kapıya getirdi. Yaşlı anacığını çağırarak koyunlarını gösterdi. Tüyü dökülmüş koyunlardan birini tutarak anasının yanına getirdi. Koyunun halini gören anacığı; " Ey vah! Koyunları hasta ettin" deyince Şükrü şaşırmış.
Hasta koyunları sağlanmadan ayırmış. Her iki grubu saymış. Saymış ama, aldığı koyunların sayısını unuttuğu için; koyunları satın aldığı adamı aramış. Adam; sayıyı söyleyince bir daha şaşırmış. Çünkü; elindeki koyunların sayısı ile, adamın söylediği sayı birbirini tutmuyormuş. Şükrü soğuk terler dökmeye başlamış. Nasıl dökmesin ki; ikramiye gittiği gibi reyislik de elden gitmişti. Kimseye sezdirmeden, ETBK'nu arayarak, yarı fiyatına koyunlardan kurtulmuş.
Şükrü; ne yapacağını düşünürken, aklına başkan olmak geldi. Cami derneğinden başlayarak girişimlerde bulundu. Kiminin genel kurul toplantısının geçtiğini, kimine ise kayıt olamayacağını öğrendi. Hemşerisi olan Av. Mehmet Sarı'yı aradı. Başkan olmak için ne yapabileceğini sordu. Aldığı cevap hoşuna gitti. Köyden bir kaç kişiyi yanına alarak "Kırım Tatarlarını Koruma" derneğini kurdu.
Şükrü artık başkan da oldu. Kim tutar Şükrü'yü. Ayda bir Sinop'a giderek, Kırım'a doğru bağırmaya başladı: "Korkmayın soydaşlarım, yakın zamanda sizi kurtaracağım. Topraklarınızı işgal etmenin hesabını Putin'e soracağım."
Bir böyle, iki böyle derken; durumu merakla izleyen Sinoplular durumu Ankara'ya bildirmişler. Kısa sürede haber gelmiş; " O kimse, ona söyleyin, bir daha oralarda bağırmasın, Putin benim dostumdur."
Şükrü; baltayı taşa vurduğunu anlayınca köyüne dönmüş ve bir süre hiç bir şey yapmamaya karar vermiş.
Bu fıkra arkadaşım Trabzonlu Mıstık ( Mustafa Üçüncü ) tarafından yazıldı.
Her iki hikayeden hangisini beğendiğiniz.