İNEK GÜDERKEN DERE KENARINDA KİTAP OKURDUM!..
Babaocağının üç yüz metre ilerisinde Değirmendere köyünden gelen Tekke topraklarını sulayan , Özhan (Eski adı Södözü biz Tezekan derdik) Mahallesi’nin aşağısında akan, balık tuttuğumuz ve kenarında hayvan otlattığımız bir dere (çay) vardır. Çocukluğumu doya doya yaşadığım yıllarda, babam ahırdan ineği ipinden çözer, elime verir : “ Oğlum ineği götür de biraz yay,” derdi. Ben de “Baba dur, kitabımı da yanıma alayım,” der, aceleyle evden bir kitap alır yanına gelirdim. İneğin yuları elimde derenin kenarına giderdim. Bir elimde kitabımı okurken öbür elimde yularını tuttuğum ineğimiz de yeşil otları yiyerek bayram ederdi. O midesini doyururdu ben de ruhumu...
Bir gün hava çok sıcaktı. Bir de baktım ki inek kuyruğunu dikmiş kaçıyor. Kitabı yere attım. İki elimle ipe sarıldım. Hayvan beni sürükledi. Duracağı yok. Mecbur kaldım yuları bıraktım. İneğimiz yazı yabana dört nala koşup durdu. Gidip babama hayvanın kaçtığını söyledim. Babam bana çok kızdı. “Tabii kitap okursan inek de kaçar, tazı da.” dedi. Kendisi de zor yakaladı. Çünkü ineği bünelek dediğimiz bir sinek kuyruk sokumundan ısırmış. Bünelek tutan hayvanı zaptetmek çok zormuş. Babam da olsa hayvanı kaçırırmış. Bunu sonradan öğrendim.
Ben de bugün öğleden sonra sabahtan Alaca’mızın üzerine çöreklenmiş sis kalktıktan sonra (güzel bir güneş çıkınca) kitabımı alıp çocukluğumdaki inek otlattığım derenin kenarına geldim.
Hem o güzel anıyı hatırladım hem de kitabımı okudum...
Şimdi dere ıslah edilmiş; kenarlarına taş duvar örülmüş, teller çekilmiş. Balık tuttuğumuz söğütler kesilmiş, haliyle ağaçların altındaki balık inleri (yuvaları) kaybolmuş. Derenin içi yosun bağlamış. Hayvanları yaydığımız o güzelim otların çıktığı sırtlar ve tümsekler yokolmuş...
Çocukluğumun deresinden hiçbir eser kalmamış...