sukrubilgili - MAKALELER-ANILARIM
DAĞ ERİK DEDESİ OLACAĞIM
BEN DE “DAĞ ERİK DEDE”Sİ OLACAĞIM!..
Ülkemizde “Deprem Dede”yi, “Toprak Dede”yi bilmeyen,duymayan, görmeyen var mı?
Görsel ve yazılı basını takip edenler bu iki dedeyi de çok iyi tanırlar.  Bu dedelerin kim olduğunu açıklamadan önce ben de bu dedeler gibi bir dede olmak istiyorum; bunlar kadar ülkeme, insanlığa faydam olmasa da karınca misali gayret edip köyüm Kalecikkaya ‘nın ve ilçem Alaca’nın dağlarına  dağ eriği çekirdeklerini ekerek “ Dağ Erik Dede”si olacağım... 
Bu fikre nasıl karar verdiğimi ve nasıl yapacağımı yazımın ilerleyen satırlarında anlatacağım...
Şimdi gelelim şu dedeler kimmiş; kısaca onları tanıyalım sonra da isim hakkı bana ait olan “Dağ Erik Dede”ye....
“Deprem Dede”, 17 Ağustos 1999'da Marmara bölgesinde yaşanan deprem sonrası yaptığı toplumu bilinçlendirme çabaları nedeniyle;  özellikle dönemin çocuklarının bilincine “deprem dede”, isimi ile yerleşen; o yıllarda Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü olarak görev yapan, Kızılay Başkanlığı, rektör yardımcılığı ve birçok başka görevlerde de başarılı hizmetleri olan Merhum Prof. Dr. Ahmet Mete Işık Kara’dır. 
“Türkiye depremle yaşamaya alışmalı" sözlerini, her konuşmasında tekrar eden; alnı açık, tombul yüzlü, beyaz pos bıyıklı, kafasının arkasında uzun kır saçlarının havalanmasına hiç aldırmayan,  boynu ve beli bükük, konuşurken hafifçe başını zorla kaldırarak sanki gözleri ile konuşan sevimli bir dede idi. 21 Ocak 2013 yılında İstanbul'da tedavi gördüğü Medical Park Hastanesi'nde çoklu organ yetmezliğinden 71 yaşında vefat etti (1) “Deprem Dede”miz...
“Toprak Dede” ise, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma (TEMA) Vakfı’nın kurucusu, onursal başkanı, ülkemize  milyonlarca ağaç kazandıran, topraklarınızın erozyon ile yok olmaması için mücadele eden bir Kırım Tatarı Merhum Hayrettin Karaca’dır. Doğanın korunması amacıyla Anadolu'yu karış karış gezen “Deprem Dede”miz de 20 Ocak 2020'de 97 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Hannover Üniversitesi’nden ekoloji profesörü Franz H. Meyer, Hayrettin Karaca’dan “Şimdiye kadar hiç böylesine kişisel çıkar gütmeden, kendini insanlığın yararına çalışmaya adamış birine rastlamadım” diye bahsetmektedir.”(2)
Türk Milleti “Toprak Dede”yi, hep yıllardır giydiği kırmızı kazağı, beyaz saçları ve sakalı, nurlu yüzü ve gözlüklerinin arkasından gülen çekik gözleri ile tanıdı. Gerçekten Toprak Dede’nin bu ülkeye yaptığı hizmetleri madde madde sıralasam sayfalar dolar.  Merak edenler araştırıp bakabilir....
71 yaşında vefat eden Deprem Dede’mize, 97 yaşında hayata gözlerini yuman  Toprak Dede’mize Allah’tan rahmetler diliyorum. Mekanları cennet olsun. Her ikisi de “Bu gök kubbede baki kalan hoş bir seda” bıraktılar.
Şimdi gelelim benim “ Dağ Erik Dede”si olma fikrimin nereden neşet ettiğine...
Geçen yıl köyümün dağlarında kendiliğinden yetişen ağaçlardan dağ eriklerini toplamış; pestilini ve marmelatını yapıp bir kış boyu ailece tüketmiştik. Bu meyve sayesinde gribe ve koranaya karşı direncimizi sağlama almıştık. Bu sene fırsatım olmadığından köyüme gidemedim ve dağ erik toplayamadım. “Demokrasilerde çare tükenmez” dedim  ve ilçemde  her cuma günü kurulan halk pazarında,  bir köylü vatandaştan kilosunu iki liradan  sarı-kırmızı renkli dağ eriğinden beş kilo satın aldım. Bunlardan daha  kırmızı iki kiloya yakın dağ eriklerini de bacım Fatma’nın eşi bir köyden gelirken yol kenarından toplamış ve bana hediye ettiler. 
Dün Hanım, satın aldığım ve bacım Fatma’nın  verdiği “Dağ erik çekirdeklerini çıkarırsan, ben de sana marmelatını ve pestilini yapayım,” dedi.  Ben de “ Olur hanım,” dedim ve elime bir pıçak alıp başladım dağ eriklerinin “çiğitlerini” çıkarmaya. 
Sakın hanım duymasın benim “çiğit” dediğimi. Çünkü  bazen istemiyerek, gayri ihtiyari  Çorum şivesinden bir kelime söylediğimde “ Üniversite bitirmiş biri olarak sen bu kelimeyi nasıl kullanıyorsun? Hayret ediyorum!..” diyor. Ben de “ Çocuklukta hemhal olduğumuz kültür, şive kolay kolay unutulmuyor Hanım. Artvin Öğretmen Okulunda okurken  Şavşatlı Ensar adında bir arkadaşım ‘üç’ diyemezdi; öğretmenimiz ‘Ensar, yazılıdan kaç aldın?’diye sorduğunda ‘Uç aldım Hocam . Uç,’ derdi ve sınıfça öğretmen de dahil olmak üzere hepimiz gülerdik... Yine birlikte okuduğumuz Trabzonlu arkadaşlar da Ensar arkadaştan farklı değillerdi; onlar da Laz şivesiyle konuşur dururlardı,” derdim de hanımın kızgınlığını savuştururdum...
Ne ise esas konumuz “çekirdek”, “Çiğit” değil... Konumuz “dağ eriğinin”  kendisi. Dağ eriği deyince literatürde, genelde kırsal alanlardan ziyade ırmak kıyılarında ve dağlarda çalı ve dikenli bodur ağaçlarda yetişen koyu mor renkli  küçük olan çakal eriği ve yaban eriğide denen bir meyvedir. Kalecikkaya köyümde bu eriğe “gökemşe “ denir. Olgunlaştığı zaman ekşimsi tadı olan ve çok lezzetli bir erik türüdür. Birçok derde deva olduğu söyleniyor bu çakal-güven-gökemşe eriğin...
Literatüre girmemiş, ilçem Alaca’nın ve köyümün ve ülkemin dağlarında sarı-kırmızı karışık  veya sadece sap sarı veya kıpkırmızı olan, biraz önce bahsettiğim çakal-güvem-yabani-dağ eriğinden daha iri, daha büyük ağaçlarda yetişen dağ erik cinsleri de var. 
Pazardan satın aldığım sarı-kırmızı renkli ve bacım Fatma’nın hediye ettiği kırmızı renkli dağ erikleri bir haftadır arabamda kaldığından iyice olgunlaşmışlardı. Bu yüzden çiğitlerini çıkarmakta hiç zorlanmadım. 
Rabbim dağ eriğini şuradan kes der gibi işaretlenmiş çizgi şeklindeki çukurundan pıçağı sürdüğümde, dağ eriği kalp gibi iki parçaya ayrılıyor. Çekirdeği yani çiğiti de yarım parçalarından birinde kalıyor. Bıçağın sivri ucunu çiğitin altına dokundurduğumda kolayca dağ eriğinden çıkıyor. Geçen yıl iyi olgunlaşmadığından çekirdekleri çıkarırken çok zorlanmıştım. Demek ki dağ eriğini topladıktan veya satın aldıktan sonra biraz bekletmek gerek...
Birkaç gün önce Facebook’ta bir arkadaşın “ Meyve çekirdeklerini çöpe atmayın.  Toprağa bırakın. Çöpe atılan çekirdekler yok olup gidiyor. Toprağa bırakılan çekirdekler ise yıllar geçse de eninde sonunda su ile buluştuğunda yeşermekte, fidan olup meyve vermektedir,” diye yaptığı paylaşımı okumuştum. Arkadaşa hak vermiştim ve kafamın bir kenarına bu paylaşımdaki bilgileri yazmıştım. 
Herhalde bu bilgilerden etkilenmişim ki dağ eriklerinin çiğitlerini çıkarırken gaipten mi veya başka bir yerden mi ya da kafamın bir kenarında yazılan bilgilerden mi tam kestiremedim; bir ses geldi:
“Şükrü, dağ erik çekirdeklerini sakın çöpe atma!.. Bir poşette topla. Kurut. Köyün Kalecikkaya’nın, İlçen Alaca’nın dağlarına, yamaçlarına, tepelerine ek. Sen de ülkemize hizmet etmiş Deprem Dede gibi, ülkemizi ağaçlandırmış Toprak Dede gibi bir ‘Dağ Erik Dede’si ol, “ 
Bu sese kulak verdim. Fikir çok hoşuma gitti. Üç kızım evlendi. Henüz dede olamadım. “Hiç olmazsa ben de dağ erik çekirdeklerini çöpe atmayayım. Biriktireyim. Köyüme ve ilçeme gittiğimde dağlara ekeyim ve Dağ Erik Dede’si olayım,” dedim ve  sarı-kırmızı renkli olan dağ erik çekirdeklerini ayrı bir poşette , kırmızı olan dağ erik çiğitlerini de bir başka poşete koyup balkonda kurumaya bıraktım. 
Benim çekirdeklerini çıkardığım dağ eriklerini de hanım büyük bir kazana koydu. Kaynattı. İçine şeker kattı. Tekrar kaynattı. En sonunda da kaynayan kazanın içine mikseri koyarak dağ eriklerini parçalayarak marmelat haline getirdi. Bir kısmını iki tepsiye koyup pestil yaptı. Geri kalan dağ erik marmelatını da şişelere koydu. Allah nasip ederse bir kış boyu  pestili ve marmelatı yiyerek kendimizi bu senede sağlama alıp grip ve koronaya karşı koruyacağız. Gerek pestili gerekse marmelatının aroması mükemmel... Sizlere canı gönülden tavsiye ederim; hatta çekirdeklerini ayıtlarken olgunlarından bir kaç tane atıştırdım. Lezzetini size anlatamam.. 
 Ülkemizde hemen hemen tüm bölgelerin dağlık kısımlarda bulunan dağda yetiştiği için adını da buradan alan “dağ eriği “ oldukça ekşidir. Bizim yaptığımız gibi yaygın kullanım şekli marmelattan başka erik suyu, sirkesi ve turşusu da yapılıyormuş. Ayrıca dağ eriği ekşi olduğundan limon kullandığımız  her yerde dağ erik suyunu ya da marmelatını kullanabilirsiniz.
Yaptığım araştırmalarda dağ eriğinin birçok derde şifa olduğunu tespit ettim.  Bakın dağlarda hiç emek sarfetmeden kendiliğinden yetişen dağ eriğinin faydalarına bir göz atalım:
“Özellikle DİYABET( ŞEKER) hastalığına çok iyi geldiği halk arasında söylenmektedir.
Bunun yanı kanseri özellikle meme kanserini önlemede , kan şekeri düzenlediği , terlettiği , kanı temizleyip idrar söktürdüğü için zayıflamada etkilidir.
Kabızlıkda  , hazımsızlık , kalp damar tıkanıklığını önleme gibi bir çok hastalığın tedavisine destek bir üründür.
Bunların yanı sıra sirkesi de bu faydalarını defalarca katladığını biliyoruz; sirkesi de genel olarak salatalarda , çorbalarda ve sabah , akşam bir yemek kaşı içerek tüketilebiliyor.” (3)
Bu kadar faydası olan “dağ eriği” sıkça tüketilmesi gereken bir besindir.  İşte ben de bu yüzden beş yüz adet mi desem bin adet mi desem kuruttuğum dağ erik çekirdeklerini, insanlığa faydalı olsun diye köyümün, ilçemin dağlarına tek tek ekeceğim ve bu vesile ile de ben “ Dağ Erik Dede”si olacağım....
Kalın sağlıcakla.. 
1) https://www.google.com.tr/amp/s/www.hurriyet.com.tr/amp/gundem/deprem-dede-hayatini-kaybetti-22410603
2) https://www.google.com.tr/amp/s/amp.onedio.com/haber/agaclar-bize-emanet-tema-vakfi-nin-kurucusu-toprak-dede-hayrettin-karaca-hayatini-kaybetti-894979
3) https://www.facebook.com/groups/sirkedensifaya/permalink/1000900660691821/
Whatsapp'ta Paylaş