İSMAİL’İN DEDESİ!..
İSMAİL’İN DEDESİ!..
Rahmetli Babam Tatar Işılak Sımayıl, benim evlenme çağım geldiğinde; ısrarla “oğlum biran önce evlen” derdi.
“Babacım niçin evlenmemi çok istiyorsun” dediğimde de :
“Bak oğlum. Şimdi söyleyeceğim şu sözü hiçbir zaman unutma ve kulağında da küpe kalsın: “ Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır.”
Maalesef babamın sözünü tutmadım. Çok geç evlendim. Bu yüzden de ben tam elli iki yaşımda hamım da kırk iki yaşında iken üç kızın arkasından; en küçük ablası Burcu’dan on sekiz yıl sonra oğulcuk hanemizi şenlendirdi. Yani “ Bilgili” soyadını devam ettirecek şehzade, erken değil de yaşlılığımızda teşrif ettiler.
Oğulcukla yaşlı baba olma ile ilgili problemler yaşamadım desem yalan olmaz. Daha yeni adım atmaya başladığı sırada bir AVM ‘de kucağımdan indirdim. Sağa sola koşmaya başladı. Ben de onu takip ediyordum. Tabi şu andaki görüntümde olduğu gibi sakallarım vardı. Oğulcuk bir ara yıkılacak gibi oldu. Tam o sırada orta yaşlarda bir bayan oğulcuğun sendelediğini gördü. Bana seslenerek :
“Dedesi, dedesi torunun düşecek. Aman dikkat edin “ dedi. Ben de :
“Torunum değil. Babasıyım,” dediğimde “ Aaaaa... Kusura bakmayın. Dedesi zannettim. Allah bağışlasın,” deyip mahçup bir şekilde hızlı yanımdan uzaklaşmıştı...
Aynı mahcubiyeti Hacettepe Üniversitesi’nde de bir doktor yaşamıştı: Oğulcuk henüz bir yaşını doldurmamıştı. Çok sık hastalanıyordu. Üç kızdan sonra şehzade olduğu için de öksürür öksürmez pat “Hacettepe Üniversitesi Çocuk Aciline” apar topar götürüyorduk. Öyle oldu ki bu gelme gitmelerde hemşireler ve doktorlarla kanka olduk. Devamlı gittiğimiz doktor bir akşam dayanamadı, bir bana baktı bir hanıma. Kafasını salladı. Sonra da gayet kibarca “Hanımefendi, en ufak bir rahatsızlıkta çocuğu alıp getiriyorsunuz. Üzerinde çok titriyorsunuz. Çocuğunuz tüp bebek mi?” dedi. Eşimde:
“Doktor Bey, ne tüp bebeği!.. Halis mulis gedosuz normal doğumla olan çocuk” deyince, ben de dahil olmak üzere hemşireler başladık gülmeye. Doktor o kadar mahçup olmuştu ki ne bana ne de hanıma bir şey diyemedi. Sadece “ Allah bağışlasın. Çocuğunuzda hiçbir şey yok. Endişelenmeyin. Üstünü giydirin.” demişti.
Bizi yaşlı gören doktor oğulcuğu tüp bebek zannetmişti...
Babamın adını koyduğumuz İsmail’i bazı zamanları okula götürüyordum. Ders bitiminde de alıyordum. Oğulcuğun arkadaşları beni tanımışlardı. Yine bir gün almaya gittiğimde bahçede beden dersinde top oynuyorlardı. Ben de okulun dışında onları seyrediyordum. Arkadaşlarından biri beni görür görmez “ İsmail!.. İsmail!.. Deden geldi . Deden geldi, “ diye bağırmıştı.
İsmail ile o anda göz göze gelmiştik. Baktım ki üzgündü. Çıkışta “ Oğlum, bahçede oynarken arkadaşın ‘Deden geldi’ diye bağırdığında üzüldüğünü gördüm. Arkadaşına da kızgın kızgın baktın. ‘Benim dedem değil babam da demedin. Niçin üzüldüm oğlum?’ Baban çok mu yaşlı görünüyor?”
“Evet babacığım, tüm arkadaşlarımın babası genç. Senin gibi yaşlı hemen hemen hiç yok gibi. Bu yüzden arkadaşlarım hep seni dedem zannediyorlardı. Ben de buna kızıyorum ve onlara ‘bu adam benim dedem değil, babam demeye çekiniyorum” dedi.
Oğlumun başını okşayıp “ Kerata sen de geç gelmese idin. İlk ablandan sonra hep erkek evlat istedik. Allah üç kız verdi. Üç kızdan sonra Rabbimin takdiri buymuş deyip artık çocuk olmasını istememiştik. Ama yıllar sonra sen yaşlılığımızda davetsiz misafir gibi çıkıp geldin. Eğer arkadaşlarının sözlerinden alınganlık gösteriyorsan sakallarımı keseyim. Belki o zaman genç görünebilirim. Ne diyorsun?” dedim.
Oğulcuk” Yok baba ben seni bu halinle seviyorum. Arkadaşlarım ne dese desin. Onlara da bu benim dedem değil babam diyeceğim.” demişti.
Oğulcukla dede-baba problemini çözmüştük. Ama yine de ara sıra “Baba, okula beni almaya sen gelme. Annem gelsin “dediği oldu. Demek ki arkadaşlarına benim babası olduğumu söylemesine rağmen İsmail’i kızdırmak için “ Deden geldi “ deyip moralini bozuyorlardı...
“Erken evlenmekte” babamın sözünü tutmamıştım ama mümkün olduğu müddetçe “erken kalkma” konusunda sözünü tuttum. İşte bu sabahta erken kalkıp namazımı kıldım. Hava aydınlatmak üzere idi.
Dün akşama doğru hafif yağmur yağmıştı.
Dışarı çıktığımda yerler ıslak, bahçe çamurdu. Bahçede ot yolma işim vardı. Çamur olduğundan bundan vazgeçtim. “Yine de şöyle bahçeyi kolaçan edeyim” dedim.
Salatalıkların yanına geldiğimde yaprakların arasında birkaçı başını uzatmış “İsmail’in dedesi. Yeterince uzadım. Bugün de beni koparmazsan senin gibi kartlaşacağım” diye seslendiklerini işitir gibi oldum. Ayaklarıma yapışan çamurlara rağmen daldım “hıyar tarlasına!”. Tam dört tane her biri on beş santim uzunluğunda burcu burcu kokan çiçeği burnunda zavrakları kopardım.
Tam o sırada salatalıkların yanında kabaklar( afedersiniz! kabak dediğim için kel olanlar alınmasın) “İsmail’in dedesi. Bizi de gör. Bize uğramadan gitme. Biz de hıyarlar gibi bayağı uzadık. İstersen ölç. Otuz santim gelmezsek ne istersen veririz” dediler.
Gerçekten de koca koca yaprakların arasında herbiri kolum kalınlığında beyaz beyaz kabaklar bana selam çakıyor. Hıyarları sol koluma sıkıştırıp kabak hazretlerini de toplayıp havluya geldim. Kucağımdakileri çardağımızın önündeki masaya koydum. Hepsi çamurlu idi. Hıyarları çeşmede güzelce yıkadım. Bu sabah kahvaltısına hıyarları anacığım ile yiyeceğim.
İşte döndük geldik rahmetli babacığımın lafına:
“Erken kalkan yol alır( ben yol almadım ama hıyar ve kabak topladım) , erken evlenen de döl alır”