“BABAMIN KELİSİ DELİNDİ!..”
(İlginç Bir Babalar Günü Hikayesi!)
Rabbim bana üç kız; sonunda da bir erkek evlat verdi. Yüce Yaradan, isteyen her kuluna hayırlı, sağlıklı, sıhhatli evlatlar versin...
Ortaokul arkadaşlarımdan biri ile telefonda sohbet ederken “Tanıdığım birinin evladı olmuyordu. Duasında ‘Evladım olsun da yumruk kadar olsun’ demiş. Bu dua karşılıksız kalmamış. Doğan dört çocuk yumruk kadar engelli (cüce) olmuş, son çocuğu ise gayet sağlıklı doğmuş.
Yine çok yakından tanıdığım biri de peşi peşine dört kızı olunca ‘Bir erkek evladım olsun da içip içip beni dövsün’ demiş dileği kabul olmuş; bir erkek evladı doğmuş; bu evlat büyüdüğünde içip içip babasını dövmüş. Bunun da dileği kabul olmuş.
Bir başka dostumun kayınpederi askerde iken haksız yere çavuşu ‘eşek sudan gelene kadar sopa atmış’. O kadar zoruna gitmiş ki kayınpederinin ‘Allah’ım bana erkek evlat verme. Verirsen bana zulüm eden çavuş gibi başkalarının çocuğuna da belki zulum eder. Bu yüzden erkek evlat istemiyorum, kız evlat ver ‘ demiş ve beş kızı olmuş. Rabbim de ona erkek evlat vermemiş ve bu da dileğine kavuşmuş.
Demek ki Allah’tan evlat isterken veya başka bir şey için dua ederken “ Ey bizleri yoktan var eden Allah’ım; sen hayırlısını ver “ diye dua etmek gerek.
Üçüncü çocuğum Burcu’da kız olunca “ Rabbimin takdiri buymuş “ dedik; her çocuğumuz doğarken umut ettiğimiz ve dualarımızda hiç eksik etmediğimiz “ erkek evlat” isteğimize son noktayı koyduk. Hanıma “ Rabbimizden erkek evlatta istedik ama bize üç kız verdi. Hayırlısı buymuş” dedik ; artık erkek evlat beklemeyi sonlandırdık.
Rabbimin hazinesi çok geniştir. Sen yeter ki O’ndan hulusi kalple iste. O size eninde sonunda karşılık verir. Bize de ben elli iki, hanım kırk iki yaşında iken yaşlılığımızda ; en küçük ablasından on sekiz yıl sonra bir erkek evlat verdi Yüce Yaradan. Dünyalar bizim oldu. Rabbim oğulcuğa ve diğer kızlarıma akıl, fikir, sağlık ve sıhhat versin...
Oğulcuğun hikayesini bir başka yazımda anlattım.
Ben bugün size üçüncü kızım Burcu’nun beş altı yaşında iken Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nda çalıştığımız Cengizhan arkadaşıma söylediği ” Cengiz Abi babamın kelisi delindi” hikayesini anlatacağım.
Bu hikayeye geçmeden önce geçenlerde de bir kez daha kızımın dediği gibi “babasının kelisi” delindi.
Birkaç gün önce Voswagen Transporter arabamı babaocağının kapısının önüne iki teker kaldırımda, iki teker caddede olacak şekilde geri geri gelerek park ettim. Arkamda bir metre mesafede ıhlamur ağacı vardı. Ağaca vurmamak için fazla yaklaşmamıştım. Bagajdaki poşetleri almak için kapısını açtım. Kapı ıhlamur ağacına değdiği için fazla açılmamıştı. Ben de eğilip bagajın içine uzattığımda kapağın kenarındaki çıkıntısı kafama “küt” diye çarptı.
Başımda şapka olmasına rağmen çok şiddetli bir ağrı hissettim. Poşeti almaktan vazgeçip kasketi çıkardım. Saç olmayan kafamda elimi ağrıyan yere değdirdiğimde Burcu kızımın çocukken dediği gibi “babasının kelisi “ delinmişti. Elime baktığımda da parmağımın ucunda kan vardı; yıllar önce delindiği gibi bu sefer çok şükür şıpır şıpır kan akmıyordu...
Yıl 1996 veya 1997 yılı idi. Keçiören semtinden bir ev almıştım. Evi almadan önce aynı binada bir alt katta kiracı idim. Bu yüzden bir üst kata eşyaları taşımak zor olmamıştı. Taşıyıcı da tutmamıştım. Eşyaları taşıdıktan sonra çok yorulmuş ve terlemiştim. Banyo yapmak istedim. Binamız kaloriferli idi ama sıcak su sistemi yoktu.
Banyoda elektrikli bir termos vardı. Düğmesine bastım. Termos çalışıp çalışmadığını anlamadım. Karşısına geçtim. Termosun kapağının en alt kısmında bir delik görünüyordu. Burada termos çalışınca alev oluyordu. Termosun çalıştığını yani alevi görmek için birden zıpladım. Ne zıplamaydı!.. Hiç sormayın...
Termosun deliğinde alevi görmeye gördüm ama kel kafamın tam ortasında bir şimşek çakılmıştı. Zıplamamamla birlikte ayaklarımın yere değmesi anında kafamda yıldızlar dolanmaya başladı. Yanaklarımın her iki yanında kırmızı bir sıvı akıyordu. Kafamda ağrıyan yere elimi attığımda kelim delinmiş, delinen yerden kan sızıyordu...
Nerede ise bayılacaktım...
Elimi iyice bastırarak geri çekildiğimde ve kafamı yaran ne diye baktığımda; banyonun havalandırmaya açılan kare şeklindeki penceresi açıktı ve çerçevenin tam köşesinde kan vardı. Termosun yanıp yanmadığını kontrol için zıpladığım anda banyo penceresinin camının çerçevesinin köşe kısmı benim saçlarımın olmadığı kafamın tam ortasına oturmuş ve kelajımı delmişti. Yanaklarımın her iki yanından akan kanda bu darbeden yaralan yerden gelen kırmızı sıvıydı...
Eşime can havliyle bağırdım:” Gönül Hanım, Cafer cıvık etti. Çabuk bir bez getir.!”
O kadar yüksek sesle bağırmışım ki eşim telaşla banyoya geldi. Benim halimi görünce gülmeye başladı. “ Ne gülüyorsun? Bezi getirdin mi ?” dediğimde “Mutfaktaydım bağırdığında yemek hazırlıyordum. Ne söylediğini tam anlamadım. Kafana ne oldu. Her tarafın kan olmuş. Ne oldu sana?” dedi.
“Çabuk temiz bir bez getir. Kafam yarıldı sanırım. Çok kan akıyor. Acele et. Acele et. Durma koş . Bir de karşımda gülüyorsun!..“ dedim. Gerçekten gülünecek bir durumda mı idim ağlanacak bir halde mi idim; bilmiyordum...
Eşim telaşla mutfağa koştu. Elinde bir deste peçete ile geldi. Sol elimle kafamda kanayan yeri tutarken, diğer elimle uzatılan peçeteleri aldım. Kafama tampon yaptım. Birkaç dakika sonra kan akmasının hızı azalmasına rağmen ne olur ne olmaz diyerekten; elimi hiç kafamdaki peçetelerin üstünden çekmedim...
Eşim tekrar bir deste peçete daha uzattı. “Şükrü kafandaki bembeyaz peçetelerin tamamı kıpkırmızılaştı. Onları at. Şu yeni peçeteleri koy.” dedi. On dakika geçmedi kan akışı tamamen durdu.
Kızlarım Elif Bilge, Büşra ve Burcu beni bu halde görünce çok korktular ve ağlamaya başladılar. Onlara “Yavrularım önemli bir şey yok. Ağlamayın!.. Banyonun camının çerçevesi kafama değdi ve yaraladı. Sakin olun!.. Babanıza bir şey olmaz” dediğimde çocukların ağlaması kesildi...
Elimin birini kafamdan hiç çekmiyordum. Çektiğim an kan hemen akıyordu. “ Eşime, arabanın anahtarını ver. Ben hastaneye gidiyorum.” dedim. Eşim:
“Şükrü, bu halde arabayı nasıl süreceksin. Ben de geleyim seninle “ dedi. Ben de :
“Çocuklar korkar. Sen evde kal. Tepemde bir elimi tutarak diğer elimle arabayı kullanarak hastaneye gidebilirim” dedim.
O yıllarda Voswagen tosbağa arabam vardı. Arabanın yanına gittiğimde sol kolum hala tepemde idi. Sağ elimle arabanın kapısını kontak anahtarı ile açtım. Arabaya yerleştim. Konyağı çevirdim. Direksiyon simitini sağ elimle kavrayıp debriyaj basıp fitese attım ve sonra da gaza basarak arabayı hareket ettirdim.
Eşimde aşağıya kadar gelmişti. İşaret etti. Durdum. Camı açtığımda “ Şükrü, bu şekilde hasteneye gidebileceğine inanabiliyor musun? Kan kaybettin. Bayılabilirsin. Komşulardan birine söyleyeyim. Çocukların yanına gitsin. Ben de seninle geleyim” diye bir kez daha ısrar etti. “ Gönül, sen içeriye gir. Ben bu şekilde giderim. Merak etme “ dedim ve tosbağa arabamın “tır..tır.. tır..” sesini dinleyerek hastane yolunu tuttum.
Çok şükür tek elle arabayı sürerek Hacettepe Üniversi Hastanesi’nin “ Acil Servisi” ne gidebildim. Başımda, yüzümde, elimde kanı gören hemşireler beni doğrudan doktorun yanına götürdüler. Sol elim hala tepemde duruyordu. Doktor Bey:
“Beyefendi kafanıza ne oldu? Kaza mı yaptınız?” dedi. Ben de doktor beye başımdan geçeni kısaca anlattım.
Doktor bana inanmadı. Çünkü bir banyo penceresinin camının çerçevesinin kafanın tam ortasını yarması ona göre hiç inandırıcı değildi. Kafasını salladı: “ Beyefendi, anlattığınız olay çok inandırıcı gelmiyor. Yoksa biriyle mi kavga ettiniz? Eşiniz mi vurdu kafanıza!” dediğinde, yarım saattir acı çeken ben dayanamadım :“ Doktor Bey, ister inanın ister inanmayın. Durum benim anlattığım gibi. Lütfen çok kan kaybettim. Biran önce muayene ederseniz memnun olurum” dedim.
Doktor, başka bir şey sormadı. “ Sol elini kaldır bakayım” dedi. Kafamdan elimi çektiğimde tamamı kan olmuş peçeteleri kenardaki çöp kutusuna attım. Hemşire hanım elinde bir pamukla yarama basıp basıp alıyordu. Çok az kan akmaya hala devam ediyordu... Sarı renkli bir bezle kafamı temizlediler. Kan akışını durduktan sonra doktor dikkatlice yaramı muayene etti. “Yara biraz derince. Kendi halinde kavuşmaz. Kafanıza dikiş atmalıyız. Hemşire hanım hastamıza dikiş atacağız. Aletleri hazırlayın.” dedi.
On beş dakika içinde sağolsun doktor benim delinen kafamı dikti. “ Hadi geçmiş olsun. Başınıza güzel bir dikiş attım. On beş gün sonra yaranız iyileşir. Buraya tekrar gelin. Dikişlerinizi alalım” dedi. Ben de : “ Hocam teşekkür ederim.” dedim ve ücreti ödemek için para tahsilatının yaptığı banka gittim.
Banktaki görevliye başımda atılan dikişi göstererek “ödeyeceğim ücret ne kadar ?” dedim. Görevli bayan çok yüksek bir ücret söyledi. Bayana başımdaki dikişleri elimle göstererek “Hanımefendi, kafama atılan on beş tane dikişe istediğiniz para çok yüksek. Benim kafa bile sizin istediğiniz ücret kadar etmez.” dediğimde; görevli bayan ve yanında oturan iki hemşire başladılar gülmeye...
Hemşirelerden birinin gülmesi bitince “ Beyefendi madem sizin kafanız bizim istediğimiz ücret etmezse, kafanızdaki dikişleri geri alalım!..” demesin mi?
Baktım, hemşirelerde benim kafadan. Kafamdaki dikişleri alalım diyen hemşireye “Hemşire hanım, aynanız var mı? Doktor Beyin, çok pahalı olarak diktiği şu dikişlere aynaya bakarak kontrol edebilir miyim?” dedim. Hemşire hanım, çantasından bir ayna çıkardı. Kafama doğru uzattı.
Başımı eğerek gözlerimi yukarı kaldırarak tepemde yarılan yere yani dikiş atılan yere baktım. Aman Allah’ım ne göreyim aynada. Tam bir çim adam olmuşum. Kafama atılan dikişin ipliği simsiyahtı ve estetik bir şekilde de dikilmemişti yaram... Aynaya bakarken gayri ihtiyari “ Abooo Çim Adama benzemişim” dedim ve görevli bayan, iki hemşire bir kez daha makaraları koyverdiler. Kahkaha sesleri hastanenin koridorunda yankılanıyordu...
Gülme faslı sona erince görevli “ Beyefendi Merkez Bankasında çalıştığınız söylediniz. Eğer ödeyecek paranız yoksa yarın bankanızdan sevk getirseniz ücret ödemenize gerek yok “ dedi.
“Hanımefendi yarın tekrar buraya bu kafa ile gelmeyeyim. Ücreti ödeyeyim.Siz faturayı kesin. Sağolsun bankamız böyle acil durumlarda fatura ücretini geri bize ödüyor.” dedim.
Hastaneye ücreti ödeyip, faturamı aldım. Eve geldiğimde karanlık basmıştı. Eşim ve çocuklarım gecikince çok korkmuşlar. Çok merak etmişler. O yıllarda cep telefonu olmadığından eşimi bilgilendirememiştim.
Beni sapa sağlam karşılarında görünce çok sevinmişlerdi hepsi. Kızlarım beni kucaklamışlardı. Çim adama benzeyen kafama dikkatli dikkatli bakmışlardı... Hatta en küçük kızım Burcu, eliyle dikiş atılan yere parmağı ile basıp incelemiş “ Babacığım, acıyor mu?” demişti.
“Çim Adam!” görüntüm ile dalga geçerler diye dikişlerin atıldığı yaramın tamamına pamuk koyup bantla yapıştırmıştım. Doktor birkaç gün rapor vereyim demişti; ben kabul etmemiştim. İşyerinde kafamdaki pamuklu bandı görenler “ Hanımdan sopa mı yedin” deyip benle kafa buldular. Sonunda dayanamayıp pamuğu attım. Bu seferde “ Aaaa Şükrü Çim Adam olmuşsun” deyip benimle dalga geçtiler...
Aradan bir hafta geçmişti. Dikişleri aldırmaya bir hafta daha vardı. İkinci haftanın ilk günü bankada nöbetçi idim. Aynı mahallede oturduğumuz Cengizhan arkadaşıma nöbetçi olduğumu, poşetlerimi bizim eve bırakabilir misin?” dedim. Sağolsun Cengizhan “ Olur Şükrü” dedi. Evim Çekirge Caddesi ile Asvalt Caddesinin kesiştiği kavşakta yani yol üzerinde idi.
Cengizhan , kantininden aldığım alış-veriş poşetlerini kapıda eşime teslim ederken Burcu kızımda kapı eşliğinde imiş:
“Cengizhan Abi, sen biliyor musun? Babamın kelisi delindi” demiş. Cengizhan çok gülmüş ve ertesi gün iş yerinde “ Şükrü, kızın Burcu ‘Babamın kelisi delindi ‘ dedi ve çok güldüm. Şu kelindeki pamuğu kaldırda bir bakayım. Gerçekten Burcu’nun dediği gibi senin kelin delinmiş mi? “ dedi.
İşte “kelimin ilk deliniş hikayesi” böyle olmuştu. Bugün babalar günü idi ve bir yıl önce kızım bugün yuvadan uçmuştu; yani evlenmişti... Kızım Burcu babalar günümü kutladı. Ben de O’na babalar gününde “ Babasının kelisinin deliniş hikayesini” yazdım ve O’na hediye ettim...
Tüm babalar gününüz kutlu olsun...
Elif Bilge Bilgili Tuncer, Burcu Bilgili, Büşra Bilgili Karaslan, Ismail Bora Bilgili, Murat Karaslan, Hüseyindoğan Gün, Cengizhan Yalçın