İBRETLİK İKİ YURT HİKAYESİ; BİRİ BENİM YAŞADIĞIM DİĞERİ DE BİR BAŞKASININ..
Geçenlerde Eskişehir Osman Gazi Üniversite’si Diş Hekimliği’ni kazanan yeğenimi Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nin (1980 yıllarda mezun olduğum Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nin ) tam karşısında geçici bir devlet yurduna yerleştirdik. Diğer okullarda açılınca asıl yurduna geçecek.
Gerek geçici yurdu, gerekse asıl yurdu olan Bala Hatun Kız Yurdu tek kelime ile harika. Çalışma masalarının ve dolapların olduğu, ikişer kişilik, geniş ve tertemiz , aydınlık lüks otel tipi bu yurtları görünce içimden yeniden üniversitede okumak geldi. Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin.
Bizlerin zamanında böyle güzel yurtlar yoktu. Olanlar da bu kadar kaliteli değildi. Bir de öğrenci yurtları ideolojilere göre işgal edilmişti. Ayrıca hükümetlerin görüşüne göre yurtlara öğrenciler alınıyordu.
O yıllarda sık sık hükümetler kuruluyor, hükümetler yıkılıyordu. Öğrenci yurtları da hangi hükümet kurulursa ( Milliyetçi cephe, Solcu cephe) ona göre doluyordu, ona göre boşaltılıyordu... Demirel, Hükümeti kurunca Akademinin yurtlarına biz ülkücüler yerleşiyorduk. Ecevit, hükümet kurunca da yurtlardan ayrılıp, okulun arkasındaki Sütlüce Mahallesi’nde beş altı kişinin tek odalarda kaldığı evleri kiralar, oralara başımızı sokardık... Bizim boşalttığımız yurtlara da solcular yerleşiyordu... Tahtaravalli gibiydik; bir yukarı çıkıp bir aşağı iniyorduk...
Bir gün dört kişi kaldığımız yurtun odasında
Ahmet İlhan Tarhan ve iki arkadaşla beraber ders çalışırken , pazardan aldığımız ıspanağı pişirelim dedik.
İlhan Arkadaşım ıspanakları doğradı. Diğer bir arkadaşta ispirto ile yanan küçük ocağımızın üzerine tencereyi koydu; onun içinde de yağ ile soğanları kavurdu. İlhan’da yıkadığı ıspanakları getirip tencerenin içine boşalttı ve tahta kaşıkla yağda kızarmış soğanla, ıspanakları iyice karıştırdıktan sonra su ilave edip, kapağını kapattı.
Biraz zaman geçince İlhan’a” Annem ıspanağın içine bulgur atardı. İlhan istersen biraz bulgur at” dedim. İlhan da “ Sahi mi söylüyorsun “ dedi. Ben de “evet” der gibi başımı salladım. İlhan “ Madem öyle diyorsun aha bir iki avuç bulgur atıyorum. Ha tuz da atmadık. Bir tutamda tuz atıyorum” dedi.
Küçük ispirto ocağımızda yemeklerimizi ve çayımızı yapıyorduk. Yurt Yöneticileri yasaklamışlardı ama biz yatakların altında saklayarak ocağımızla işimizi görüyorduk. Yemeklerimiz bir saatten önce pişmiyordu. Çünkü ispirto ocağının ısısı çok azdı.
Bir saat sonra yatakta boylu boyunca uzananmış ders çalışan İlhan’a “ Güçlü, şu bizim ıspanağa bir bak. Pişti mi?” diye seslendim. İlhan arkadaşa yaptığı aerobik hareketlerden ( Özgür Serengil’i çok güzel taklit ederdi.) “ Güçlü” demiştik. Bizim bu Güçlü, anfide solcularla kavga yaptıklarında bir yumruk sallıyor. Solcu öğrenci geri çekilince , kolu boşlukta kalıyor ve çıkıyor. Uzun süre çıkık kolunu omzuna bağladığı beyaz bir bezle askıda tutarak okula gidip geldi.
Güçlü, yataktan doğrulup kaynayan tencerenin kapağını açar açmaz birden ” Şükrü, koş gel. Bizim ıspanak araziye gitmiş. Tencerede hiç ıspanak yok; ıspanak yemeğimiz pilav olmuş” diye bağırıverdi. Ben de yerimden birden fırlayıp yanına gittiğimde gördüğüme şaşırdım. Gerçekten de tencerede bulgur pilavı bana göz kırpıyordu.
İşte bizlerin yurt hayatında bir anıyı yazdıktan sonra bir başka yurt önünde yaşanmış bir hikayeyi okuyalım. Bu Hikayeyi Murat Kandemir arkadaşımdan aldım. Buyurun okuyalım ibretlik hikayeyi.
İstanbul'da bir kız öğrenci yurdu önü! Baba kızını yurda bırakıyor, kız babasına: “baba bari 10 TL versen diyor”
Baba: “kızım vallahi yok” diyor. Kız boynu bükük yurda girerken konuşmayı duyan bir esnaf babaya 100 TL uzatıyor ve çabuk diyor kızı çağır arka cebimde kalmış, al bu parayı de diyor. Adamın gözleri dolu dolu önce yok diyor ama sonra alıyor parayı ve kızını çağırıp veriyor parayı; kız mutlu yurda giriyor.
Olaya şahit olan başka bir esnaf (lokantacı) yurdun danışmanına girip yurda son giren kızı çağırın diyor. Kız geliyor. Kıza “kızım ne zaman acıkırsan gel yemeğin benden, ne zaman harçlıksız kalırsan gel harçlığın bende” diyor. Kız peki amca sağol diyip gidiyor.
Hemen akabinde, esnaf yolda gördüğü başka bir arkadaşına ortak tanıdıkları yakındaki bir yardım kuruluşunun yetkilisine nasıl ulaşabiliriz diye soruyor, ve olayı anlatıyor.
Bu sefer o kızı çağırtıyor. Kıza diyor ki şu şu evrakları çıkart, sana 10 ay boyunca ayda 500 TL, o sırada gözleri kızın ayakkabılarına takılıyor. “Eski, yıpranmış. “ Diyor ki şimdi şu 500 TL yi al ihtiyaçların vardır senin. Siz diyor kız “hangi vakıfsınız?” Kızım diyor arkadaş, “biz kimseye bağlı değiliz, Allah rızası İçin bütün bunlar. Ama diyor tek bir şartım var mezun olup maaş almaya başladığın zaman sende köyünden bir ihtiyaç sahibine aldığın burs kadar burs vereceksin.”
Kız diyor ki “Bunu nasıl kontrol edeceksiniz? “
“Onu senin vicdanın kontrol edecek diyor!” Ve ayrılıyor.
Diyor ki yarım saat sonra kızı caddede gördüm, elinde bir ayakkabı poşeti, yüzünde koskocaman bir gülümseme; o mutlu ben mutlu!
İyi ki bu ülkenin güzel ve merhametli insanları var. Zaten Allah bu milletin, mazlum ve ihtiyaç sahiplerine gösterdiği merhamete karşılık bir sürü belayı başımızdan defetmedi mi?
Allah iyilik yapan veya iyiliğe kapı aralayan kullarından eylesin; iyilerle karşılaştırsın. Amin...