8. BABAMDAN KALAN BOŞ BEŞİK, SON BEŞİK, SON GÜL’ÜN HİKAYESİ DEVAM: NAZAR VE YILAN
8.) BOŞ BEŞİK, SON BEŞİK VE SON GÜL:NAZAR VE YILAN HİKAYESİ
Rüstem dedemin annem ve babam ile toyda barışmasına, annemin dedemin elini öpmesine, birbirleriyle kucaklaşmasına, dedemin annemin kaçtığında kızgınlıkla söylediği” çocukları olmasın “ sözünü geri almasına, “ Soyunuz soylansın. Boyunuz boylansın. Vatana, millete hayırlı evlatlarınız olsun” sözlerine; annemden, babamdan başka en çok sevinen biri daha varmış; kanatlı kapıya sırtını dayamış, ellerini böğrüne bağlamış, gözlerinden yaşlar akıtan Şefika ebemden başkası değilmiş o kişi...
Annem, dedemden sonra kendisini büyük bir sevgiyle süzen, kenarda izleyen ebeme doğru yönelmiş; elini öpmek istemiş. Ebem, elini kızına uzatmamış, kolları arasına almış; biraz önce babası ile kucaklaşırken gözyaşı dökmüş henüz ıslaklığı gitmemiş kızının gözlerinden doya doya öpmüş; ilk göz ağrısını telli duvaklı gönderemediğinden bir yıldır konu komşunun sözlerinden mahcubiyet duyan ebem; o anda her şeyi unutmuş:” Hoş geldin yavrum üyüne (evine)” demiş.
Bu hüzünlü kavuşmanın ardından Dedemin Kardeşi Osman Çavuş, davulculara seslenerek : “ Ne duruyorsunuz abdallar... Bugün çifte toy (düğün) yapıyoruz. Oğlum İsmet’in düğünü ile yeğenim Nübbiye’nin toyu bu. Haydin çalın davullarınızı, öttürün zurnalarınızı...Heeey !..” demiş; eline beyaz bir mendili almış, köyün Tatar delikanlıları sıra sıra dizilmişler, saatlerce halay çekmişler. Bu kavuşma , bu halay hafızalarda o kadar yer etmiş ki yıllardır dilden dile anlatılmış...
Ana, babanın duası, bedduası çok önemli. Anasının babasının duasını alan evlatlar hayatta hep başarılı ve mutlu olurlar; bedduasını da alanlar sürüm sürünürler.
Yüce kitabımız Kuran’da İsra Süresi’nde:
“ (23) Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.
(24) Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. ‘Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster’diyerek dua et.”
Çok şükür annem babasının “çocuklarınız olmasın” sözünü geri aldığını ve “ Vatana, millete hayırlı evlatlarınız olsun” sözlerini bizzat duymuş, buna da çok sevinmiş. Çünkü bir yıldır çocukları olmuyormuş. Bunu da babasının bedduasından kaynaklandığını düşünüyormuş. “Artık ben de kucağıma bir evladımı alıp her anne gibi sevip okşayabilirim. Rabbim bize hayırlı evlatlar ver” diye gece gündüz dua etmiş...
Annemin bir yıl sonra günsüz (yedi aylık) bir çocuğu doğmuş. Fazla yaşamamış ölmüş. Buna çok üzülmüşler. Aradan üç sene sonra bir çocuk daha dünyaya gelmiş. O da yaşamamış. Annem üçüncü çocuğu da vefat edince ne yapacağını bilememiş. Uzun bir süre kendine gelememiş, hiç konuşmamış. Babam , annemi teselli etmiş:” Apakay (eşim), Allah’tan gelene razı olmalıyız. Rabbim bize evlat vermeyi nasip etti ise onu bir gün bize verecektir. Kendini kahretme. Sabredelim. Sabrın sonu selamettir.”
Annemin dördüncü çocuğu da ölünce umudu tükenmiş; “ bizim çocuğumuz herhalde olmayacak. Şu anda dört çocuğum oldu. İkisi günsüz(yedi aylık) oldu. Bir iki gün içinde öldüler. Diğer ikisi de ölü doğdular. Akay, sana bir evlat veremeyeceğim. İstersen bir başka kadınla evlen sen. Ne yapayım. Ben de kaderimi razı olayım” demiş.
Babamız annemin bu sözlerini işitince anneme” Apakay, sen beni askerden önce nişanlı olarak iki yıl, askerde ikende üç yıl olmak üzere beş yıl bekledin. Bir çift sözüme ananı ve babanı terkedip bana kaçtın. Apakayım ( eşim) oldun. Rabbim bize bugüne kadar dört evlat verdi, dördünü de aldı. Allah büyüktür. Önümüzde daha nice seneler var. Bir gün sıra sıra evlatlarımızın olacağına inanıyorum. Rabbimin hazinesi boldur. Yeterki biz O’na inanalım, O’na güvenelim. O’na ibadet edelim ve O’ndan isteyelim. Benim bir başka kadınla evlenmemi istiyorsun. Asla ben bunu yapmam. Ben senin üstüne gül koklamam” diyerek annemi teselli etmiş.
İki yıl sonra nur topu gibi bir oğulları olmuş. Adını “dursun, yaşasın, diğer çocuklar gibi ölmesin “ diye “Duran”koymuşlar. Duran abimiz çok gürbüz, çok hareketli, sevimli bir çocukmuş. Annem, babam, dedem ve ebem Duran abimizin doğumuna çok sevinmişler. Gözü gibi bakmışlar. Üç yaşına kadar kazasız belasız büyümüş.
Bir akşam babamın yakın köylerden Keçeli adında bir arkadaşı misafir gelmiş. Bu arkadaşı yanlışlıkla amcasını vurmuş, jandarmaya yakalanmamak için köyümüzün civarındaki dağlarda yaşıyormuş. Ara sıra geceleri babamın yanına gelip yiyecek alıp gidiyormuş. O gece yemekten sonra Duran abimiz sofranın üzerine bir mendil alıp çıkmış. Keçeli de ağzından “ dillala, dillala,dillala” diye bir türkü söylemiş. Duran abimiz, kaçak Keçeli “dillala, dillala” dedikçe tahta sofranın üzerinde zıplayarak oynadıkça oynamış. Annem, babamda oğullarının mendille çektiği halaya baktıkça elleriyle tempo tutmuşlar. Duran abimiz kanter içinde kalmış. Oyundan sonra hemen gidip yatmış. Keçeli de annemin hazırladığı bir bohçadaki ekmeği alıp, atına atlayıp dağlara atını sürmüş...
Babam sabah namazı okunmadan kalkmış. O gün tarlada orakla ekin biçmeye gidecekmiş. Annemi de uyandırmış:”Apakay, Duran halay çektikten sonra yatmıştı. Çocuğun hiç sesi çıkmadı. Bir bakale “ demiş. Annem yatağından kalkıp Duran abimizin yanına gittiğinde feryadı basmış:” Akay, bala mosmor olmuş. Sesi çıkmıyor “ demiş, oğlunun üzerine kapaklanmış,ağlamaya başlamış. Babam da koşarak yavrusunun başına gelmiş. Oğlunun nefes almadığını, öldüğünü anlayınca oturup o da saatlerce annemle birlikte ağlamış...
Rahmetli babam bu olayı anlatırken gözleri hep yaşarırdı bacım Songül. Bir de babam şunu söylemişti bana:” O gece Duran oğlumun halay çekerken Keçeli’nin nazarı değdi. Duran oğlum nazardan öldü. Keçeli’nin ağzından Duran halay çektikçe bir kere olsun “maşallah” sözünü duymadım. Bazı adamlar gözleriyle nazar ederler. Keçeli de oğluma nazar etti. Ondan öldü yavrum”
Ben de babama “ Gerçekten baba nazar diye bir şey var mı? Birkaç kişi bana nazar ile ilgili bir şeyler anlatmışlardı. Ben buna inanmamıştım. Şimdi sen Duran abimizin ölüm olayını anlatınca inanmaya başladım.” diye karşılık vermiştim.
Babam ve annem üç yaşına kadar büyüttükleri, bakmaya kıyamadıkları oğulları Duran’ın bir gecede ölmesine diğer ölen çocuklardan daha fazla üzülmüşler. Günlerce yemek yememişler, yüzleri gülmemiş. Rabbim bir yıl sonra bir kız çocuğu daha vermiş. Her şeyi unutmuşlar. Irgatlık zamanı imiş. Kundaklayıp yavrularını tarlaya götürmüşler. Bir ekin yığının gölgesine yavrularını koyup orakla ekin biçmeye başlamışlar. Bir ara annem çocuğunun sesini duymuş. “ Akay, balanın (çocuğun) karnı açıktı herhalde. Cılay (ağlıyor). Gidip emzireyim “ demiş.
Annem yığının yanına gittiğinde bir yılanın kızının kundağına dolandığını görmüş. Yılan annemi görür görmez ablamızın dolandığı kundaktan çözülerek yığının altına kaymış. Annem bağırmış:” Akay, çabuk gel. Balanı cılan (yılan) sargan (sarmış). “ demiş. Babam koşarak annemin yanına gelmiş. Yerde yatan kundaktaki kızını kucağına almış. “ Hani nerede cılan(yılan)” demiş. Annem de “ Bala’nın yanına geldiğimde bir yılan çocuğun kundağına ip gibi sarılmıştı. Beni görünce yığının altına kaçtı. Balanı soktu mu sokmadı mı bilmiyorum “ demiş.
Babam yığını elindeki anadutla dağıtmış ama yılanı yakalayamamış. Her ikisi de “inşallah, yılan yavrumuzu sokmamıştır” diye dua etmişler. Ertesi gün sabaha karşı kız çocuklarının öldüğünü görünce bir kez daha kahrolmuşlar...
Oğulları Duran nazardan, kızları da yılandan ölmüştü babam ve annemin...
Yıkım üzerine yıkım, üzüntü üstüne üzüntü. Kim dayanırdı bu evlat acılarına. Ama annem , babam bağırlarına taş basıp “ Rabbim verdi, Rabbim aldı. Bize de sabretmek, ibadet etmek, dua etmek, hayırlısını istemek düşer “ diye birbirlerini teselli etmişler.
Allah’tan hiçbir zaman umutlarını kesmemişler; “ Bir gün bizim de evlatlarımız olacak. Sıra sıra dizilecekler. Evimizi şenlendirecekler. Buna Rabbimize inandığımız gibi inanıyoruz. O’na ibadet ediyoruz. O’ndan hayırlı evlatlar istiyoruz” diye namazlarından sonra dualarına hep devam etmişler....
Ama “Beşikleri” yine boş kalmış...
Devam edecek...