6) BABAMDAN KALAN BOŞ BEŞİK, SON BEŞİK VE SON GÜL’ÜN HİKAYESİ DEVAMI...
BABAMDAN KALAN ALET, EDEVAT VE EŞYALARIN HİKAYELERİ...
6.) BOŞ BEŞİK, SON BEŞİK VE SON GÜL’ÜN DEVAMI...
Annem dedemin elini öpmeye giderken gözleri hep yerdeymiş. Bir türlü başını kaldırıp babasının yüzüne bakamamış. Onun rızasını almadan henüz çocuk sayıldığı on beş yaşlarında babama kaçtıktan sonra dedemle hiç görüşmemiş. Çünkü dedem bu işe çok kızmış ve çok içerlemiş: O güne kadar başı dik gezen dedem, kendisini üzüntüye kark eden o günden sonra ise başını hep yere eğmiş;insanların yüzüne bakamamış; toplum içine çıkamamış...
Kalecikkaya’nın en zengini Rüstem Çavuş’un kızı Lütfiye, köyün fakir, yetim “ Işılak Sımayıl”a kaçmış lafı dilden dile dolaştıkça dedem çok rahatsız olmuş. “Bunu ben haketmedim, bu benim başıma niye geldi?” diye de zaman zaman kendisini imtihana tabi tutuyormuş: “ Evet ben hatalıyım. Hatamı kabul ediyorum. Çünkü başlık parası için ikinci kez bir at daha istedim. İlk istediğim taylı atı vermişlerdi; harmanda birileri öldürmüştü bu hayvanları. Damadım Sımayıl’dan askerden geldikten sonra başlık parası bir daha istememeliydim. At sevgim ağır bastı, keşke istemeseydim. Lütfiye kızım da kaçmazdı. Şanına yakışır telli duvaklı gelin ederdim. Şefika eşimden ilk göz ağrımdı Lütfiye kızım, yine de bunu yapmamalıydı bana. Ele güne rezil oldum. Onları hiç affetmeyeceğim!” diyormuş...
Hatta ebem Şefika, dedemin hatasını yüzüne vurdukça daha da hiddetlenip “ Lütfiye!..diye bir kızım yok. Benim kapıma sakın gelmesin. Çoluk çocukları olmasın. Senin de onlarla görüşmeni istemiyorum. Görüştüğünü duyarsam ben ne yapacağımı biliyorum,” diye de ebemi tehdit etmiş...
Ama ebem dedemi hiç dinlememiş. Fırsat buldukça, dedem yazı yabana gittikçe, evde ne var ne yok alıp anacığımı ziyaret etmiş. Kızına hem maddi hem de manevi destek olmuş. Anneme de” Baban sana kızıyor ama o seni bir gün affedecektir. Sabredelim. Rabbim bu mutlu günü bize gösterir inşallah....“ diye küçük yaşta rızasız babama kaçarak evlenen anamı teselli ediyormuş...
Yatağında uzanıp yatan Dedeme annemin kaçtığını ebem söylediğinde yorganın altında donmuş kalmış. Bir müddet sonra kendine gelmiş:” Apakay , yalan aytasın( Hanım, yalan söylüyorsun)” demiş.
İki elini böğrüne bağlamış halde ayakta bekleyen Şefika ebemin o anda gözlerinden pul pul yaşlar dökülmüş: “ Yalan aytmayman akay( Yalan söyleniyorum herif). Söydeğim doğru. Kızımız yatağında yok. Sağa sola, tuvalete baktım. Nübbiye (Lütfiye Tatarca olarak Nübbiye olarak söylenir) diye bakırdım ( bağırdım). Sanki yer yarılmış içine girmiş. Kızımızı nişanlısı Işılak Sımayıl kaçırmış olabilir. Tur ( kalk) yataktan da balanı kıdırın (çocuğu arayın)” demiş.
Yataktan doğrulan dedem alelacele üstünü giymiş. Doğru babası Mustafa Kartbabayı, ağabeyi Mürsel Hocayı ve Kardeşi Osman Çavuşu uyandırmış. Hepsine “ Nübbiye kaçmış. Üyde (evde) yok. Odada toplanalım. Ne yapacağımıza karar verelim,” demiş.
Aynı havlu içinde birlikte yaşayan üç kardeş ve babaları Mustafa Kartbabay (dede) odada toplanmış. Toplantıya ebem ve kayınlarından Osman Çavuş’un iki hanımı Şakir’e, Şerife ve Mürsel Hocanın iki hanımı Hatice, Melek’te katılmış. Mustafa Karbabay, toplantıya katılan gelinlerin hepsine tek tek sormuş:” Nübbiye’yi Işılak Sımayıl götürürken görmediniz mi?” demiş. Hepsinin cevabı “ Hayır görmedik. Mustafa Kartbabay, “ demişler.
Mustafa Kartbabay sonra ebem Şefika’ya dönerek “Nübbiye ( Lütfiye) kaçacağını sana hiç söylemedi mi? Kaçarken görmedin mi?” dediğinde ebem o sırada ağlıyormuş. Mustafa Kartbabay’a cevap vermemiş. Sadece başını öne eğmiş susmuş.
Gelin hanımlardan hiçbir bilgi alamayan dedemin babası Mustafa Karbabay oğullarına: “Evlatlarım, anlaşıldığı gibi torunum Nübbiye nişanlısına kaçmış. Bu olay ailemiz için çok kötü bir durum. Bunun bedelini Işılak Sımayıl ve Nübbiye ödemeli. Benim kararım şu: Osman oğlum yanına iki azabımızı yanına alsın. Dağ taş demesinler, her deliği arasın, bulsun getirsinler. İkisinin cezasını da ibreti alem için bizler verelim. Bugüne kadar köyünüzde böyle kaçma olayı olmamıştı. Bu bizim başımıza geldi. Derhal harekete geçelim. Kimseler duymadan, güneş doğmadan bu işi halledelim. Ne diyordunuz benim dediklerime. Herkes fikrini söylesin “ demiş.
Köyümüzde hocalık yapan, medrese tahsili görmüş, derin dini bilgiye sahip en büyük oğlu Mürsel Hoca, ilk sözü o almış:
“Babay, Nübbiye yeğenimiz yabancıya kaçmadı. Nişanlısına gitti. Damadımız Işılak Sımay’ılın hiç suçu yok. Suç kardeşimiz Rüstem’de. Başlık parası için ölen taylı atın yerine bir at daha istedi kardaşım. Tabii ki Işılak Sımay’ılın anası Fatma Totay (Hanım) buna razı olmadı ve oğlu da nişanlısını kaçırdı. Şimdi gidip onları yakalayıp getirsek ve cezalandırsak millet bize güler. Biz bu olayı kabullenelim ve hiçbir şey yapmayalım.” demiş.
Dedemin Osman Çavuş Kardeşi de “ Ben de aynı Mürsel Ağam ( abim) gibi düşünüyorum. Ben peşlerine düşmem. Giderse Rüstem Ağam gitsin,“ demiş. Rüstem dedem ise hiç bir şey söylememiş. Cebinden çıkardığı bir mendille gözyaşlarını silip, Şefika ebeme bakmış. Ebemden de hiç ses çıkmayınca Mustafa Karbabay:
“Toplantı sona ermiştir. Sabah ola hayrola. Herkes evine gitsin” demiş. Tam o sırada köyün camisinden yanık bir ezan sesi duyulmuş. Mürsel Hoca, “ Ben abdest alıp camiye gidiyorum. Benim gelmediğimi anlayan köylülerden biri ezanı okudu. Ben de gidip cemaate namazı kıldırayım.” demiş.
Mürsel Hoca odanın gusülhanesinde abdest alırken, gelinler evlerine dağılmış. Mustafa Kartbabay, dedem Rüstem Çavuş ve Osman Çavuş da odadan ayrılmışlar...
Dedem , anneme öpmesi için sağ elini uzatırken, kızının kaçtığı gece odadaki babası, abisi Mürsel Hoca, Kardeşi Osman Çavuş ve gelinler ile yapılan toplantıdaki yukarıdaki konuşmalar bir filim şeridi gibi gözleri önünde canlanıvermiş ve içinden şu duygular geçmiş: “Mürsel Ağam haklıymış. Gün ola harman ola. Uzun bir yıl olsa da kızım Nübbiye tekrar kapıma geldi. O da çok utanıyor. Başı öne eğik. Gözlerime bakamıyor. Rabbime şükürler olsun. Bu anı çok bekledim. Her sabah dualar ettim. Kızım çıkıpta gelse, onu affetsem” diye...
Dedem öpmek için sağ elini tutan annemin çenesini sol eli ile tutmuş, yukarı kaldırmış. Annem mecbur kalmış; gözlerini yukarı kaldırmaya. Dedemin gözlerinden tane tane yaş akıyormuş. Hatta birkaç damla dedemin uzattığı eline düşmüş ve düşen gözyaşının üstünü annem öpmüş. Annem de ağlamaya başlamış. Annemin de gözyaşları dedemin elinin üstüne düşmüş. Dedem dayanamamış, kızı Nübbiye’yi bağrına basıp bir çocuk gibi hünkür hünkür ağlamış. Annemin ağlayan gözyaşlarını silip gözlerinin içine bakarak “ Kızım, sana çok kızmış, gücenmiştim. Benim şapkamı eğdirdi , onu hiç affetmeyeceğim, beni ele güne rezil etti. Çoluk çocukları olmasın diye de beddua etmiştim. Seni ve Akay’ın (erkeğin) Sımay’ılı affediyorum , bedduamı da geri alıyorum. Soyunuz soylansın. Boyunuz boylansın. Vatana millete hayırlı evlatlarınız olsun. “ demiş...
Bir yıldır da evlatları olmayan annem, dedemin bedduasını geri almasına “ Soyunuz soylansın. Boyunuz boylansın. Vatana, millete hayırlı evlatlarınız olsun” sözlerine çok sevinmiş...
Devam edecek...