BABAMDAN KALAN ALET, EDEVAT VE EŞYALARIN YAŞANMIŞ HİKAYELERİ...
3) MAYIS, KASNAK, TEZEK!.. VE TEZEKAN MAHALLESİ !..
“Türk kültüründe mühim bir yer edinmiş olan destanlardan biri olan Hun Türklerine ait Oğuz Kağan Destanı’nda Türk töresi ve Oğuzların yaşantısına ilişkin bilgiler yer almaktadır. Bunun yanı sıra adı geçen destanda Oğuz Kağan’ın oğulları olan; Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han adları Türk mitolojisi ile Türk yaşantısında yer alan motifleri ve sembolik değerleri içermektedir.”(1)
İlçem Alaca’nın mahallelerinden dört tanesine de Oğuz Kağan’ın oğullarının adları verilmiştir: Çocukluğumun geçtiği Ankara Caddesi ile Yozgat Caddesi arasındaki güneybatı yakasına Denizhan Mahallesi, Zile Caddesi ile Yozgat Caddesi arasındaki güneydoğu yakasına Günhan Mahallesi, ilçe merkezinde ilk kurulan Çorum Caddesi ile Ankara Caddesi arasında kuzeybatı yakasına Ayhan Mahallesi, eski hastanenin bulunduğu Çorum Caddesi ile Zile Caddesinin arasındaki kuzeydoğu yakasının bir kısmı da Yıldızhan Mahallesi’dir.
İlçem Alaca, “ han” adını o kadar sevmiş ki iki mahallesi de bu kelime ile bitiyor: Bunlardan biri Ankara yolunun kuzeybatısında, özün (dere, çay) yukarısında, Moğol İmparatorluğu’nun kurucusunun adı Cengizhan Mahallesi, diğeri de genelde muhacirlerin ve Ardahanlıların gelip yerleştiği, ilk önce “ Büyük Södözü(Söğütözü)” adında küçük bir köy olarak kurulan daha sonra ise Denizhan Mahallesi ile birleşmesi sonucu, her iki mahalleyi ayıran özden esinlenilerek verilen güneybatı yakasındaki Özhan Mahallesi.
“Han” ile bitmeyen, 1935 yıllarında Bulgaristan ve Romanya’dan gelen muhacirlerin yerleştirildiği, Çorum yolunun kuzeydoğu yakasındaki mahallenin adı da Cumhuriyet Mahallesi’dir. Halkımızın çoğu bu mahalleye muhacirlerin yerleşmesinden dolayı “ Muhacir Mahallesi” olarak bilir.
Evimizin beş yüz metre ilerisinde ki mahalleye çocukluğumuzda “Özhan Mahallesi” demezdik; onun yerine hep “Tezekan” derdik. Sadece bizler söylemezdik ; o mahallede yaşayanlar da bu adı benimsemişlerdi; hatta rahmetli Arslan Baykara “ Tezekan Spor” ismi ile bir futbol takımı kurmuştu; bu takımla mahallenin çayırlarında bizim mahallenin çocukları çok maç yapmıştı... Bağıra çağıra oynadığımız, çok iddialı olan ve bazen de kavgaların çıktığı maçları bugünkü gibi hatırlıyorum...
Başta “Södözü-Söğütözü”, sonra da “ Özhan Mahallesi” olan bu yerleşim yerine, bizler ve orada yaşayanlar niçin “ Tezekan “ adını vermişti?..
“Tezekan Mahallesi” ne o yıllarda gittiğinizde; kerpiç duvarlarına yapıştırılmış hayvan dışkıların kurumuş hale gelmiş tezekleri, mahallenin her evinin önünde, her sokağında, meydanlarında öbek öbek bir kule şeklinde yığılmış yuvarlak şeklindeki kurutulan tezekleri görür, burnunuza ağır kesif bir tezek kokusunu hemen hissederdiniz.
Hatta bazı yerlerde de “kerme” adını verdiğimiz üzeri çiğnenmiş hayvan dışkıların yerlere serildiğini veya kalıplar halinde kesilip kurutulduğuna şahit olurdunuz...
İşte her evde imal edilen ve mahallenin her yerinde insanı rahatsız edecek bir şekilde kokan, kışın yakacak olan kullanılan tezeklerden dolayı “ Tezekan Mahallesi” adı verilmişti; halk tarafından Özhan Mahallesi’ne...
Çocukluğumuzda sabahları koyunlarımızı, sığırlarımızı ne zaman Tezekan'ın sığırına katmak için götürsek, Kedi Mehmet bizi mahallenin köprüsünü (bu köprü sınırdı) geçer geçmez çevirir, elinde tereyağlı gagalasını yiyen hatta bu tereyağın üzerine bazen de şeker süren, bize göre de daha gürbüz olan Cemal'le veya bir başka çocukla güreştirir, bazen de kavga ettirirdi. Kavga etmesek bile bizleri zorla "Allahtan mı korkarsın bundan mı " diye tahrik ettirerek emeline ulaşırdı.
Bu kavgalarda, bizlerin arkasında yani bizlere destek olacak fazla çocuk olmazdı. Ama onları alkışlayan ve destekleyen bayağı Tezekanlı çocuk olurdu. Sonuç malumdu; bizler ya sopa yerdik ya da güreşte altta kalarak eziyet çekerdik. Galip geldiğimiz zamanda ise Kedi Mehmet müdahale eder, bizi tekrar Cemal'in altına yatırırdı.
Bazı zamanlarda da koyunlarımızın üzerine binerlerdi Tezekanlı çocuklar... Bu yüzden çoğu zaman koyunlarımızı, sığırlarımızı Tezekan'a ben götürmek istemezdim, Aslan ağabeyim götürürdü.
Denizhan Mahallemizde çok hayvan olmadığından çoban tutulmazdı. Bu yüzden bizim mahallenin sığırlarını da Tezekanlı çobanlar güderdi. Mecburduk hayvanlarımızı Tezekan sığırlarına katmaya... Her aile sığıra kattığı hayvan başına çobana belli bir ücret öderdi. Çoban olmayan zamanlarda Aslan ağabeyim ile ineklerimizi özün kenarlarında, Veli Çayırı’nda, Tekke’de, Kanlıbostan’da, Tilki Deliği’nde sabahtan akşama kadar otlatırdık. Akşam olunca da evlerimize getirirdik. Anacığım da onları sağar bizlere sütlerinden tereyağ, peynir, çökelek yapardı...
Gerek bizim mahallenin gerekse Özhan Mahallesi’nin sığırları meşhur Tezekan’ın Södözü Çeşme’si önünde toplanırdı. Tüm sıgırlar evlerden gelene kadar çobanlar ellerinde ki değneklerle bu alanda tutmaya çalışırlardı hayvanları...
Ben sığırlarımızı getirip sürüye kattığımda bazı kadın, kız ve erkeklerin ellerindeki kaplarla sağda solda telaşlı telaşlı dolaştıklarını görürdüm. Bu kaplara, sığırların yere yaptıkları mayısları avuçları ile koyar, bir kenarda biriktirirlerdi. Mayısları toplayanlar arasında tatlı bir rekabet vardı. Gözlerini dört açıyorlardı. O kadar dikkatli idiler ki hayvanın biri kuyruğunu kaldırmaya başlar başlamaz, ellerindeki tabağı hayvanın poposu altına tutar, yere pat diye düşmesine bile müsaade etmezlerdi mayısların...
Mayıs toplamak sadece sığırların toplandığı alanda olmazdı; hayvanların evlerden getirildiği yol boyu ve otlanmaya gittikleri geliş gidiş güzergahlarında, yazı yabanda, öğleleri dinlendikleri (ağrek derdik biz buralara) yerlerde de mayıslar büyük bir maharetle toplanırdı.
Sığırları çobanlar yaymaya götürünce, kenarlarda öbek öbek yığdıkları mayısları toplayanlar, ya evlerine torbalarla ya da el arabaları ile taşırlardı veya yakınlardaki kerpiç duvarlarına yaş mayısları pat pat sesleriyle yapıştırır; kuruturlardı. Kuruyunca da evlerine götürürlerdi.
İşte Tezekan’ın duvarlarında kuruyan taze hayvan dışkıları, sonunda küçük yuvarlak şeklinde ince “tezek” dediğimiz sosyete dilinde “kokar yakıt” haline gelirdi.
Tezek, sadece hayvan dışkılarının duvara yapıştırılmasıyla yapılmıyordu. Hayvan besleyen aileler de ahırda biriken mayısları bahçenin bir kenarına yığarlardı. Yeterli miktara erişince yazın kasnaklarla tezek yaparlardı.
Ahırımızdan küçük el arabaları ile çıkarıp evimizin arkasına yığdığımız hayvan dışkılarından, yaz aylarında biz de tezek yapardık. Rahmetli babam inşaat ustası olduğundan çalışmaya giderdi; tezek yapmak anacığıma, ablama, Aslan abime ve bacılarım Fatma ile Songül’e düşerdi.
Tezek mangası ( annem, ablam, abim, ben ve bacılarım) sabahın erken vaktinde kötü elbiselerle, boyumu geçen hayvan dışkısı öbeği kenarına gelirdi . Anacığımın daha önce sakladığı işe yaramaz kalbur, gözer ve eleklerin kasnaklarını sıra halinde dizerdik.
Bacılarım Fatma ve Songül küçük olduklarından görevleri, kasnakları kenardaki su dolu kabın içinden geçirmek ve yere koydukları kasnağın içine bir tutam saman atmaktı.
Benim ve Aslan abimin görevi ise kasnakların içine kürekle mayıs doldurmaktı. Anacığım ve ablamda kasnakların içine konan mayısları ayaklarıyla üzerine çıkıp çiğnemek, sonra da kasnağın üzerini düzeltip biraz ilerideki boş alana içi mayıs dolu kasnakları boşaltıp geri getirmekti. Bazen ben de çiğnerdim kasnağın içindeki hayvan dışkılarını. Kasnağın kenarındaki ipten tutup annemgilin taşıdığı yere tezekleri götürürdüm. Yüzlerce bu şekilde tezek imalatını yapardık.
Kasnaktan çıkardığımız yuvarlak kalıplar halindeki tezekler, yazın kavurucu sıcağın altında kup kuru olurlardı. Yanlışlıkla yaş tezeklerin üzerinden çocuklar veya hayvanlar geçer, tezeklerin şekli şemali değişirdi. Babam da o zaman bizlere çok kızardı; “ tezekleri niçin çiğnettiniz “ diye...
Üst tarafları kuruyan tezekleri kavlatır, altları dışa gelecek şekilde karşılıklı dört tezeği birbirine dayardık. Bir müddet tezeklerin altı da kuruyunca “kalav” dediğimiz dev kuleler yapardık.
Bu kuleleri de şöyle oluştururduk: Tezekleri, bir buçuk metre çapında daire şeklinde yere döşerdik. İlk attığımız tezeklerin birleştiği yerlerin üzerine de bir sıra daha tezek dizerdik. İkinci dizilen sıradaki tezeklerin çapı alttakinden biraz daha dar olurdu. Bu şekilde tezekler dizile dizile kule oluşur, tavan kısmında bir tezek koyarak kule tamamlanırdı.
Evimizin arkasında bu şekilde birkaç tezek kulesi olurdu. Tezekler bu kulede daha iyi kuruyordu. Sonbahara doğru da kuruyan tezekleri, örtme dediğimiz odunların da bulunduğu yere istif eder, bir kış boyu “kokar yakıt tezeği” ısınmak ve yemek yapmak için sabalarımızda, bacalı ocaklarımızda yakardık...
Mali durumu iyi olan komşularımızın tarlaları varsa, hayvan dışkılarını bizim gibi tezek yapmaz; tarlarına arabalar ile taşır gübre olarak değerlendirirlerdi.
Babaocağına diktiğim güllere çit yapmak için çıktığım çatımızda çıta ararken, babamdan miras kalan, yıllar önce “tezek mangası” ile yaptığınız bir çuval tezek ve bir kasnak bulmuştum. Tezeklere ve kasnağa bakarken yukarıda anlattıklarım bir filim şeridi gibi akıp geçti ve yazıya döküldü...
İşte resimde görülen tezeğin, kasnağın ve Tezekan Mahallesi’nin hikayesi böylece doğmuş oldu...
(1)https://dergipark.org.tr/tr/pub/turkolojiarastirmalari/issue/52618/674512