1-HABABAM SINIFI’NIN DEĞİL; BİZİM SINIFIN ŞABAN’I!..
Bugün Alaca’mızın hatırı sayılır esnaflarından ve siyasi figür olarak ilçemizde herkes tarafından tanınan, sevilen Serdar Coşkun arkadaşımı ziyaret için inşaat, hırdavat ve boya malzemesi sattıkları dükkanlarına gittim.
Dükkanda kardeşi Saffet Coşkun vardı. Bir kenarda da Alim Öz arkadaş oturuyordu. Selam verdim içeri girdiğimde. Saffet ve Alim arkadaşlar “ Aleyküm selam” diye karşılık verdiler ve Saffet: “ Şükrü Abi hoş geldin” diye de ilave etti.
Serdar Coşkun arkadaşa ben ve benim gibi bir çok insan hep “ Başkan” diye hitap ederiz. Çünkü Serdar kardeşimiz bir parti ilçe teşkilatının başkanlığını yapmış, hatta belediye başkanlığına aday olmuş ama kazanamamıştı. Bu yüzden Serdar arkadaşıma benim kuşak hep “ Başkan” deriz. Selamın arkasından “ Saffet, Başkan nerede?” dediğimde; “ Şükrü Abi, Başkan tarlaya gitti. Buyur otur” dedi.
Alim Öz’ün yanında bir koltuk vardı. Ona iliştim. Tam o sırada içeriye “Hababam Sınıfı”ın meşhur “ İnek Şaban”ı değil, benim ortaokul 1/E sınıfından sıra arkadaşım Şaban girdi.
Şaban dışarıda içtikleri çayın parasını ödediğini Saffet’e söyledi. Saffet’te biraz sitemkar bir ifade ile “ Şaban, niye verdin. Ben verirdim “ dedi. Tam o sırada Bizim Şaban ile gözgöze geldik. Ben Şaban’ı maske olmasına rağmen tanımıştım ama O beni tanımamıştı. Maskemi aşağıya indirdim.” Şaban, beni tanıdın mı?” dedim. Şaban gülerek:
“ Oooo mektep Arkadaşım hoş geldin. Maskeden kusura bakma seni tanıyamadım. Sen benim ortaokulda birinci sınıfta sıra arkadaşımdın. Hatırlar mısın? Eski taş bina Nedim Tuğaltay Ortaokulu 1/E sınıfının duvara bakan en arkadan ikinci mi üçüncü mü sırada oturuyorduk. Sen ortamızda idin. Ben iç tarafta Arslan Doğan’da duvar tarafında idi.
Üçümüzde top hastasıydık. Arslan sana Galatasaraylı olacaksın , ben de Fenerli olacaksın diye baskı yapıyorduk. Topla yatıp topla kalkıyorduk. Varsa yoksa toptu. Senin çok güzel meşin bir topun vardı. Sanırım Abin Tatar Satılmış Çimento Sporta oynuyordu o yıllarda. Bu güzel meşin topu da abin sana oradan getirmişti. Sadece sende meşin yuvarlak vardı. Dersten sonra doğru okulun aşağısındaki tarlalarda akşam ezanına kadar top peşinde koşardık. Sınıflar arasında, mahalleler arasında maç yapardık. Bu yüzden üçümüzde birinci dönem derslerden çuvallamıştık. Benim yedi tane zayıfım vardı. Arslan’ın sekiz senin de beş tane idi.
Sen ikinci dönemin ilk haftasında sınıf öğretmenimiz Sedat Hoca’nın dersinde parmak kaldırdın. Sedat Hoca : “Bir sorun mu var Şükrü?” demişti. Sen de ıkına sıkıla:
“Hocam” diye söze başlamıştın. Sedat Hoca seni azarlamıştı:
“Hoca camide. Hoca camide! Hoca demek ne demek!.. Bir daha ağzından hoca kelimesini duymayacağım. Konuş bakalım derdin ne?” demişti. Sen de bayağı bozulmuş mosmor olmuştun. Başını öne eğmiş, susmuştun. Sonra da kendini toparlayıp:
“Öğretmenim, ben bu iki arkadaşın yanından ayrılmak istiyorum” demiştin ve sana bağırarak “ Otur oturduğun yerde. Herkesin keyfine göre sıra değiştirilmez. “ demişti ve sen üzgün bir şekilde ortamıza süt dökmüş kedi gibi çökmüştün.
Arslan’da ben de sana bizden ayrılmak istemenden dolayı çok kızmıştık. “ Şükrü bizden niçin ayrılmak istiyor?” demiştik kendi aramızda ve hatta sana da sormuştuk. Sen bize hiçbir şey söylememiştin.
İkinci hafta Sedat Hocanın dersinde sen yine söz alıp “ Öğretmenim, benim yerimi değiştirin” diye yine konuşmuştun. Sedat Hoca senin talebini yine reddetmişti. Sen ısrar etmiştin: “Öğretmenim ben bu arkadaşların arasında ders dinleyemiyorum ve ders çalışamıyorum. Birinci dönem beş zayıfım var. Bu dersleri kurtaracağıma ve teşekkür alacağıma Yılmaz Kut öğretmenime söz verdim. Ne olur benim sıramı değiştirin”
Sonunda Sedat Hoca, “Madem Yılmaz Bey’e söz vermişsin. Beş zayıftan biri de benim Türkçe dersim. Şimdi bana da Yılmaz öğretmenine verdiğin sözü veriyor musun? Eğer beş zayıfı kurtaramazsan, teşekkürü de alamazsan; külahtaki acı biberin hepsini sana yedireceğim. Söz mü?” dedi.
Sen de “ Söz “ demiştin ve seni orta sıradaki en ön sırada Ali Enç ile Raif’in yanına vermişti. Biz de sana yanımızdan gittiğin için çok kızmıştık.
Devam edecek....
Not: Şeytan’ın bacağını kırdım. Üç haftadır babaocağında bahçede çalıştığımdan ve anacığıma bakmamdan dolayı ne kitap okuyabiliyordum ne de hikaye yazabiliyordum. Bugün çok şükür uzun bir aradan sonra “ vira bismillah” dedik.