MAHALE VE KÖY BAKKALLARI
Yaşanmış gerçek hayat hikayesi
5- TEK GÖZLÜ HEMŞERİM BAKKAL İSMAİL AMCA (BİRİNCİ BÖLÜM)
T.C Merkez Bankası Vakfımızın taşındığı ve ilk defa gideceğim Maltepe Metro durağı yakınlarındaki binasının adresini, durağın kenarındaki taksicilere sordum. “Taksiciler bilmiyoruz “ dediler. Taksicilerin biraz ilerisinde berber dükkanının önünde bir genç : “ Şükrü dayı!...” demesin mi? Dikkatlice baktım ki benim teyze kızımın oğlu Harun Uslu!...
Yeğenimiz daha önce “ Şükrü Dayı Maltepe’de Berber dükkanında çalıyorum “ demişti. Bugün yeğenimizi tesadüfen dükkanı önünde görmek nasip oldu. Ayak üstü hoşbeş ettik.
Dünya ne kadar küçük değil mi dostlar.
Yeğenim de bilmiyormuş vakfımızın yerini. Buraya gelmeden önce otobüste Vakfımızın Sigortacılık işlerine bakan Suat Beyi aramıştım. “Yaptırdığım trafik sigortasının gönderilmediğini ve yeni yerine taşınan Vakfımızın adresini “ sormuştum. Suat Bey: “Maltepe Metro durağının arkasında olduğunu” söyleyerek tarif etmişti. Ben de: “ Suat Bey, şu anda otobüsteyim. Elimde de kalem ve kağıt yok. Size zahmet adresi yazıp Watsap’tan atar mısın?” demiştim.
Yeğenimle yanından tam ayrılacağımda cep telefonuma bir mesaj geldi. Açıp baktım gelen mesaj Suat Beydendi. Mesajda adres yerine telefon yazılı idi. Bu telefondan Vakfımızı aradım. Karşıma çıkan bayana “bulunduğum yeri söyleyip Vakfa gelmek istediğimi, adresi tam söylemesini” istedim.
Sağolsun tarif üzerine Vakfı buldum. Eşime ve oğluma ait bir gün önce Güven Hastanesi’ne ait muayene ve tedavi masraflarına ilişkin faturaları teslim ettim. Vakfımız özel hastanelerde muayene ücretlerini bizlerden çalışırken kestikleri primlerden oluşan “Sağlık Fonu” hesaplarımızdan ödüyor. Görevliye “faturalarımın ne zaman ödeneceğini” sorduğumda “bir hafta sonra hesabınıza geçer “ cevabını aldım.
Vakfımızda işimi bitirince Artvin Erkek Öğretmen Okulundan Arkadaşım Mustafa Avcı’yı aradım. Mustafa Avcı Öz İplik Sendikasında avukatlık yapıyordu. Onlarında iş yeri değişmiş; tam Anıtkabir’in karşısında Gençlik Caddesi’nin yakınlarında bir binaya taşınmışlar. Mustafa’nın tarifine göre binayı bulup yanına çıktım. Uzun süredir görüşmüyorduk. Güzel bir sohbet ettik. Yazdığım “ Anılardan Öykülere Engelsiz Yürekler “ kitabımdan haberdar olduğunu, en kısa zamanda alıp okuyacağını söyledi ve beni tebrik etti.
Üç aylardan dolayı oruca başlamıştım. “Ne içelim Şükrü ?” dediğinde Mustafa’ya “ Niyetli olduğumu “ söyleyince çok memnun oldu. “Kendisinin de üç aylarda oruç tutmak istediğini ama bir türlü yapamadığını” ifade etti. Öğle vakti olmuştu. “ Mustafa bana müsaade” deyip yanından ayrıldım.
Anıtkabir’in yanından yürüyerek Tandoğan’a geldim. Hava çok güzeldi. Üç gün önce çok güzel yirmi beş santim kar yağmıştı. Ama ertesi gün çıkan Güneş’in etkisiyle yollardaki karlar erimişti. Parklarda , bahçelerde, çatılarda hala karlar görünüyordu. Anıtkabir ‘in bahçesinde de karlar bazı yerler erimiş bazı yerlerde öbek öbek duruyordu.
Tandoğan’dan otobüse binip Ulus’a geldim. Halden alışveriş yaptım. Elim bayağı dolu idi. Ikına sıkıla yirmi beş yıl çalıştığım T.C. Merkez Bankası Ankara Şubesi karşısında Keçiören otobüslerin kalktığı durağa geldim. Elimdeki naylon poşetleri durağın dibine bıraktım. Bayağı yorulmuştum. Başımdan terler akıyordu. Beremi çıkarıp terlerimi silerken; orta boylu , siyah bir maske takmış bir vatandaş :” Hemşerim Keçiören Belediyesi’ne giden otobüs nereden kalkıyor?” dedi. Ben de :
“Hemşerim gel yanıma buradan kalkıyor. Hayrola belediyeye niçin gidiyorsun?” dedim.
“Emlak vergisini yatıracağım?”
“Emlak vergisinin yatırılma gününe daha çok var. Bir de emlak vergisini internet üzerinden de yaptırabilirsin? Boşa oraya gidip zahmet etme!..”
“İnternet üzerinden yatırmayı bilmiyorum. Memleketime gideceğimden biran önce yatırayım diyorum?”
Baktım amca benden bir iki yaş yaşlı görünüyordu. Konuşmasından bizim oraların insanı olduğunu tahmin ettim.
“Amca nerelisin? Ankara’da nerede oturuyorsun?” dedim.
“Çorum’un İskilip ilçesindenim. Kuşcağız’da oturuyorum.” dedi.
“Ooo ben de Alacalıyım. Hemşeriyiz demek ki. Ben Kırım Tatarıyım. Sen de biraz var gibi. Çünkü gözlerin çekik. Yalnız benim bildiğim İskilip’te Tatar yok gibi.”
Amca benimde Çorumlu olduğumu duyar duymaz daha da yaklaştı. Ağzını ve burnu kapatan siyah maskesini çenesinin altına kadar indirerek ;
“ Doğru söylüyorsun ben de Annem tarafından Tatarım. Allah rahmet etsin anama. Bize devamlı babalarının Kırım’dan geldiğini söylerdi. “
“Tatarca biliyor musun?” dediğimde, “Hayır bilmiyorum. Annem fazla konuşmadığından öğrenemedik. Yalnız iki oğlumdan biri ve onun kızı tam Tatar. İkisin de aynı senin gibi gözleri çekik çekik!..”
“Çok güzel buna sevindim. Ne iş yapıyorsun?”
“Emekliyim. Allah devletimize zeval vermesin. Verdiği emekli maaşı ile gül gibi geçiniyoruz. Her ay başı Ulus’a geliyorum... Şu elimde gördüğün poşetlerin içindeki ihtiyaçlarımız hanımla ikimize bir ay boyu yetiyor. Rabbime şükürler olsun!”
“Amca, ne güzel şükrediyorsun. Bazı insanlar isyan ediyor. Şöyle açız böyle açız diye. Ne diyorsun bu işe?” dedim. Amca koyu gözlüklerini çıkardı. Görmeyen sol gözünü göstererek başladı hayat hikayesini anlatmaya:
Hemşerim insanlar şükretmesini bilmiyorlar. Nankörlük yapıyorlar. Evet aç olanlar var ama ülkemizin durumuna baktığımda çoğunluğun durumu iyi. Çünkü herkesin eniğinin, cücüğünün, karısınının kızının elinde en son model pahalı pahalı telefonlar var. Kapılarında arabaları var. Bir çoğu da ev sahibi. Sokaklara bak; bayatlamış, küflenmiş ekmekler atılıyorlar. Durumu iyi olmayanlara da devlet her türlü yardımı yapıyor.
Ben dokuz yaşında torna tesviyede başladım çalışmaya. Okuyamadım. İlkokulu zar zor bitirdim. Otuz yaşına geldiğimde bir demir kıvılcımı şu gördüğün sol gözüme değdi ve kör etti. Patron “tek gözlede çalışabilirsin!”dedi. Ben de patrona “ Teşekkür ederim. Siz çok iyi bir insansınız. Yalnız burada çalışırsam diğer gözümü de kaybetmekten korkuyorum. Kusura bakmayın. Çalışamayacağım.” dedim.
Sağolsun o zamanın parası ile yüklü bir tazminat aldım. Bu paramla Kuşcağız’dan aynı binadan bir daire bir dükkan aldım. Kalan az bir parayıda sermaye yapıp mahalle bakkalı açtım. O yıllarda sırtımda Ulus’tan çok eşya taşıdım. “Çıkrıkçılar Yokuşu”nun üstünde toptancılar vardı. Oradan aldığım gıda ve temizlik malzelerini torbaya doldurur, otobüs durağına sırtımda taşırdım. Taksiye para vermemek için bu zahmete çok katlandım. Dile gelse de şu Ulus bir konuşsa” dediğinde, otobüsümüz geldi.
Benim poşetler Amcanın poşetlerden fazla idi. “Yardım edeyim “ dedi. Ben de” Sağol ben bunları taşırım. Yalnız benim şu otobüs kartınını cihaza okutursan sevinirim” dedim. Otobüse bindik. Benim yaşlılık kartımı sağolsun okuttu. Otobüsün ortasına gittik. Poşetleri yere bıraktık. Amca yaşlılık kartını bana geri verdi. Ben de teşekkür ettim.
Otobüs hareket eder etmez “Tek Gözlü Mahalle Bakkalı Hemşerimle” sohbete kaldığımız yerden devam ettik. Söze ben girdim: “Amca, hemşeri olduğumuzu öğrendik de birbirimize isimlerimizi söylemedik. Benim adım Şükrü. Senin ki ne?” dedim.
“Benim adım İsmail. Tanıştığıma memnun oldum hemşerim” dedi.
“İsmail Amca benim de babamın adı İsmail. Ne tesadüf. Ben babamı çok seviyorumdum. Ben de oğlumun adını babamın ismini verdim. Hala mahalle bakkalığı yapıyor musun?” dediğimde, derin bir nefes aldı bir “ ohh “ çekti.
“Hayrola bir şey mi oldu? Sen de yoksa Süpermarketler Zincirlerinin hışmına mı uğradın. Birçok mahalle bakkalı gibi bu kapitalist düzenin acımasız rekabetine dayanamayıp kapatmak zorunda mı kaldın” dedim.
“Tek Gözlü Mahalle Bakkalı Hemşerim İsmail Amca “ hayat hikayesine kaldığı yerden başladı anlatmaya.
Devam edecek....