sukrubilgili - MAKALELER-ANILARIM
3-MAHALLE VE KÖY BAKKAL HİKAYELERİ:BAKKAL KADİR ABİ VE GÖBETE

MAHALLE VE KÖY BAKKALLARI

Yaşanmış gerçek hayat hikayesi 

3-KIZILLILI KÖY BAKKALI KADİR  ABİ VE  PEÇİKADA GÖBETE 

1978-1984 yıllarında ilçem Alaca’nın Kızıllı köyünde yedi yıl öğretmenlik yaptım. Hayata ilk atıldığım, on sekiz yaşında bekar olarak görev yaptığım bu güzel köyde öğrencilerimi yetiştirirken ben de çok şeyler öğrendim. 

Aslında bu şirin köydeki hatıralarımı fırsat bulursam bir gün oturup yazacağım. Ne zaman olur onu bilmiyorum. 

Ya nasip diyelim... 

Kızıllı köyü ilçem Alaca’ya yedi kilometre uzaklıkta idi. Havaların iyi olduğu günlerde her gün yaya gelip gidiyordum. Tam bir saat on beş dakika sürüyordu. Eğer arkamdan bir taksi, bir traktör, bir at arabası( çerçici), bir minübüs gelirse el kaldırıyordum. Bana acıyıp duran olursa binip geri kalan yolumu araçla köyüme geliyordum.  

Kış günleri Kızıllı köyüne geliş gidiş zor olduğu için okulun lojmanında bekar olarak kalıyordum. Eşyalarım da bir demir somya, bir yatak ve yorgan, evimize kurulan tezgahta mısır calasıynan anamın yaptığı hasır, yine eski çaputlardan yapılan kırmızı ve siyah renkli bir kilim,   bir süpürge, birkaç tane de kap kaçak, çaydanlık, küçük bir masa, üç dört tane de tahta sandalye ve bir tane de kömür sobası , okuldan getirdiğim kullanılmayan iki sıra idi. Lojmanımın hemen yanında eski nostalji bir traktörü olan Alamanyalı Mar Hasan Amcanın evi, onun karşısında Muhtar Cemal Amcanın evi , tam karşı da Kadir Abinin köy bakkalı ve evi vardı.  

Okul çok geniş bir tarlanın ortasına yapılmıştı. Çevresi taşlar ile yapılan duvarla çevrilmişti. Okul, lojman, tuvalet ve kömürlükler de taşlardan örülmüştü. Benden önce görev yapan öğretmenler çok sayıda meyve, kavak ağacı ve gül fidanları dikmişlerdi. 

Lojmanın hemen karşısında bir tarafı köye bir tarafı da okula akan köy çeşmesinin suyu ile ağaçlar ve gül fidanları sulanıyordu.  Toprak killi olduğundan kavaklar, meyve ağaçları tek tük kurumaya başlamıştı. Anayola bakan köşede de ahşaptan yapılmış bir çardak ve havuz vardı. Havuz çatlamıştı. Bu yüzden kullanılmıyordu.

Kızıllı köyünde Kadir Abinin bakkalından zaman zaman köylüler gibi ben de arasıra alışveriş yapardım. Köy Bakkalı Kadir Abi, Zeki Seçer Dayımın asker arkadaşı idi. Sedat ve Sinan adında iki oğlu benim öğrencimdi.

Kadir Abide aynı  ilçem Tezekan ( Özhan) Mahallesi’ndeki Hakkı Dayı gibi yol tarafına bakan bir odasını bakkal yapmıştı; bakkala birkaç beton basamakla çıkılıyordu; içeri de evine geçiş yapılan bir de kapı vardı. 

Evinin esas girişi ise arkada idi. Köylüler bakkalın kapalı olduğunu görünce bitişikte oturduğu odanın demir penceresine tıklatırlar veya  “Kadir Amca “ diye seslenirlerdi. Kadir Abi veya eşi içerden kapıyı açar köylülerin ihtiyacını giderirdi. Kadir Abinin bakkalı Hakkı Dayının bakkalından daha moderndi ama küçüktü. Bir bakkalda olması gereken hemen hemen her şey vardı.

Bir gün teneffüs arası  Kadir Abi okula kadar geldi. “ Şükrü Hoca, öğle yemeğine bana davetlisin. Ders bitince Sedat ve Sinan’la birlikte eve gelin. Yengen göbete yaptı. Birlikte yiyelim” dedi. Ben de “ Olur Kadir Abi,” dedim. Kadir Abi benim göbete sevdiğimi bir namaz sonrası yaptığımız sohbette öğrenmişti...

O gün Kadir Abinin davetine icabet ettim

Sinan ve Sedat öğrencilerim önden , ben arkadan olmak üzere bakkala gittik. Kadir Abi dükkanda idi. Bakkala geldiğimizde oğullarına “ Oğlum hocanızı arka kapıdan oturma odasına götürün “ dedi. 

Kanatlı kapıdan geçip evin arkasına dolandık. Oradan içeri girdik. Bir salondan geçip karşıdaki bakkalın yanındaki yola bakan odaya geçtik. Oturma odasında  cipe benzeyen toprakla sıvalı bir soba gürül gürül yanıyordu. Üzerinde de bir ibrikten ve çaydanlıktan buharlar çıkıyordu....

Odadaki sedirine oturmadan köşede tesbih çeken beyaz  sakallı Kadir Abi gibi ufak boylu, eli yüzü nurlu babası Mehmet Amcanın elini öptüm. Bana “ Hoş geldin öğretmen efendi “ dedi. Ben de :“ Hoşbulduk” dedim. Biraz sonra da Kadir Abi yanımıza geldi.

Kadir Abi ve babası ile önce “ Nasılsın? İyi misin?” karşılıklı beylik konuşmalardan sonra sağdan soldan sohbet etmeye başladık. Zeki Dayımla birlikte yaptığı askerlikten, memleket meselelerinden, oğulları Sedat ve Sinan’ın durumları ile ilgili konuları konuşurken Kadir Abinin hanımı da sofrayı hazırlıyordu. 

Kadir Abi yengeden göz işareti ile aldığı talimat gereği “ Şükrü Hoca, buyur soframıza” dedi ve yer sofrasına bağdaş kurup oturdum. Sağ tarafıma Kadir Abi, sol tarafıma da babası oturmuştu. Rahat edemedim; pozisyonumu bozup , sağ ayağımı altıma  sol ayağımı da yatırarak daha rahat bir oturuşla sofraya kuruldum. 

Yengemizin köşede peçikadan ( muhacirlerin topraktan yaptıkları kuzine sobasına benzer cip gibi bir soba) çıkardığı bir tepsi içindeki nar gibi kızarmış göbeteyi Kadir Abi pıçakla baklava dilimleri gibi kesti. Benim önümdeki tabağa beş dilim babasına da üç dilim koydu. 

“Kadir Abi bana çok koydun. Dedeye az koydun. Hepsini yiyemem, “ dediysem de : “Şükrü Hoca, göbete yenilmez mi? Yersin yersin. Hele bir bismillah de. Yine istersen vermem bak!..” diye bana latife yaptı. 

Baktım sofrada öğrencilerim Sedat, Sinan yoktu. “ Kadir Abi, Sedat, Slnan’da sofraya gelsinler. Çekinmesinler,” dedim. Kadir Abi:”Şükrü Hoca, onlar, ebesi, annesi ile öbür odada yiyecekler. Haydi afiyet olsun,” dedi. 

Göbeteleri bir bir mideye indirmeye başladık. Daha ilk dilimi yediğimde: “Kadir Abi, yengenin pişirdiği göbete benim anamın tavuk ve patates ile yaptığı göbeteden farklı. Bunun içinde pirinç ve kıyma var. Bizim evde bu göbeteden hiç yapılmaz” dedim.

“Şükrü Hoca, biz bu göbeteyi seninde bildiğin gibi köyümüzde soyadları Bayrak olan beş-altı hane Kırım Tatarı İbalı ve Niyaz Dayıgilden, Abdullah Emmimin oğulları  Emin ve Satılmışgilden, Şükrü ve Sefer kardeşlerden öğrendik. Bunlar Tatarca dillerini konuşamıyorlar ama devamlı pirinçten yapılan bu göbeteyi yapıyorlar.” dedi. 

“Anneme Alaca’ya gidince bu göbeteyi sorayım. Yoksa bu yalancı göbete mi? Öğrenince sana söyleyeyim” dedim.

Göbetenin yanında buz gibi ayran ve hoşafta vardı. Önce ayranla tabağıma konulan beş dilim göbeteyi hallettim. Gerçekten çok lezzetli idi. Kat kat açılan hamurun arasında pirinçler ve az da kıyma vardı. Göbeteye pirinçler ayrı bir lezzet vermişti.  Karnım doymuştu ama gözüm hala Kadir Abinin dilimlediği göbete idi. 

Hoşafa boş boş kaşık salladığımı gören Kadir Abi tabağıma bana sormadan iki dilim daha göbete koydu. Vallahi ne yalan söyleyeyim; Kadir Abi iki dilim daha koysaydı  onları da yiyebilirdim. Biraz önce ısrarımdan dolayı son koyduğu iki dilim göbeteden başka koymamıştı. Ben de utandığımdan bir daha isteyemedim. Son lokmayı da ağzıma atıp : “ Yarabbi şükür. Allah evinizin bereketini artırsın. Eksilmesin, çoğalsın” deyip, yer sofrasından kalktım.  Camın kenarındaki sedire geçtim. 

Odaya ilk girdiğimde sedir ve sedirin üzerindeki minderler, yastıklar ve örtüler dikkatimi çekmemişti. Demek ki karnımın açlığından çevreye iyi bakmamışım. Oturduğum sedir, yastık ve minderlerle döşenmişti; yastıkların üzerinde beyaz patiskalar üzerine renkli ipliklerle işlenmiş çeşitli gül figürler ile çok güzel görünüyorlardı, minderler de  içi bolca yünle doldurulmuştu. Bizim evdeki yastıklar üzerindeki beyaz patiskalar üzerinde de bunlara benzer renkli güller ve bu güllerin birbirine bağlayan güzel işlemeler vardı. Kültür aynı kültürdü...

Peşikanın üzerinde bir çay demliği fokur fokur hala kaynamaya devam ediyordu. Kadir Abi, diğer odada çocukları ve kaynanası ile yemek yiyen hanımına:

“ Hanım, öğle namazına camiye gideceğiz. Çayları verir misin?” diye seslendi. 

Sağolsun yenge Kadir Abinin sesini duyar duymaz geldi; tavşan kanı çayları ince belli cam bardaklara koydu. Önce bana ikram etti. Ben :” Önce Dede alsın. O bizim büyüğümüz, “ desem de Kadir Abi ve babası ısrarla çayı benim almamı söylediler. 

Öğretmene köyde büyük bir saygı, sevgi, hürmet vardı. Kızıllı köyünde hangi eve gidip yemek yedi isem on sekiz yaşındaki genç öğrenmen olan şahsıma hep odanın en iyi köşesine oturmamı söylediler. Yaşlı dedelerim ben odaya girdiğimde ayağa kalkıp yer gösterdiler. Bu gelenek Anadolu’da yaygın mı bilmiyorum...

Yedi dilim göbetenin arkasından içtiğim üç bardak tavşan kanı çay  inanın kayganlaşmış boğazımdan yağ gibi akıp gitti desem yalan olmaz.

O gün öğle namazını camide çok zor kılmıştım. Göbeteyi  ne kadar yediysem rükuya, secdeye giderken ıkındım, sıkıldım. Abdesti milletin içinde bozacağım diye çok korktum. Namaz sonrası tuvalete kendimi zor attım.

Akşam eve gittiğimde anama Kadir Abinin evinde yediğim pirinçli göbeteden bahsettim. Annem hemen hatırladı. “Evet oğlum pirinçle, kıyma ile de göbete yapılır. Biz ona kıymet cantığı diyoruz.” dedi. “ Ana sen niye hiç yapmadın bu göbeteden” dediğimde: “ Oğlum bizim eve kolay kolay pirinç girmediğinden yapmadık. Bir gün pirinç alda sana yapayım “ dedi.  Anam doğru söylüyordu bizim evde pirinç yerine bulgur pilavı pişerdi. O yıllarda pirince herhalde tam alışmamıştık...

Hiç zaman kaybetmeden  annemin dediği gün çarşıdan eve gelirken bir kilo pirinç aldım. Anam ertesi gün Köy Bakkalı Kadir Abinin eşinin yaptığı, tadına doyamadığım pirinçli göbeteyi bahçemizin bir kenarına yaktığı tezekleri üzerine koyduğu sacın altında pişirdi.  Tepsideki göbetenin pişip pişmediğine bakmak için sacın altını kaldırdığında mübarek göbete nar gibi kızarmış benim yememi bekliyordu. 

Anamın , ablamla birlikte evimizde ilk defa yaptıkları pirinçli göbetin görüntüsü, lezzeti hemen hemen Kızıllı köyünde büyük bir zevkle yediğim Köy Bakkalı Kadir Abinin bana ikram ettikleri göbete ile hemen hemen aynı idi.

Geçen yıl Kızıllı köylülerin öğretmenlik yaptığım okulda her yıl geleneksel hale getirdikleri yemekli buluşmalarına ben de katılmıştım. İkram edilen yemekleri yemiş köylüler ve öğrencilerimle konuşup sohbet etmiştim. Birçok öğrencimi tanıyamamıştım. Hepsi büyümüş kocaman herif okumuşlardı. Kimi bıyıklı kimi benim gibi sakallı idi. Hala ben onları gözümde küçük öğrenci olarak görüyordum...

Okulun bahçesinde yemek yerken gözlerim yıllar önce karşımda duran lojmanda çok zevk aldığım, gülerek, eğlenerek ilk defa yüzük oynadığımız  Emin Abiyi, Muhtar Cemal’i, Kilo Aslan’ı, Üsük Amcayı, Güdali’yi, Bakkal Kadir Abiyi aradı. Hepsi de rahmetli olmuştu, Kadir Abinin köy bakkallı da kapanmıştı...  Sadece Bekçi Osman Abi, Ozonun Mustafa hayattaydılar. 

Bir an gözlerimi kapadım “ O yüzük oynadığımız günü “ hatırlamaya çalıştım...

Devam edecek...

Not: Yukarıda isimleri geçen Kızıllı köyünün güzel insanlarından Muhtar  Cemal Abi, kardeşi Üsük Abi, Avcı Kilo Aslan, Mar Hasan, Köyün misafirperveri Emin ve Satılmış Abi kardeşler, Tilkici Ali Dayı ve oğlu Güdali, Bakkal Kadir Abi ve babası Mehmet Amca, Ozo Dayı, İbali ve Niyaz Emmi kardeşler, ismi geçmeyen Bağler Abi, Sedo Bayrak Amca, Satılmış Arklan Abi, Mahmut Abi, Sayıt  Abi, İsmail Bayrak Abi, Cöbüdük İhsan Amca, Şerife Fidan’ın Babası Celal Fidan, Şefket Fidan, Şükrü Bayrak Amca, İbrahim Çobanoğlu ve Abisi, Seyid Nizam Sığırtmaç Amca, Arif Kaya Abi, İsmet Abi, İlhan Bayrak Abi, Zeki Abi, Hamit Bayrak, İsmail Kaya, Sıddık Aykaç Amca,  ismini hatırlayamadığım bir çok insan; onlardan özür diliyorum) hepsi rahmetli oldular. Mekanları cennet olsun. Allah rahmet etsin.

Whatsapp'ta Paylaş