MAHALLE BAKKALLARI
Birkaç bölüm mahalle ve köy bakkalları ile ilgili yaşanmış gerçek hayat hikayeleri anlatacağım...
1- MAHALLE BAKKALI HAKKI DAYI
Bizim çocukluk yıllarımızda hattta gençlik ve orta yaşlılık dönemlerimizde şimdiki gibi adım başı “süpermarket “ ve “ AVM’ler” yoktu; kendi yağı ile kavrulan, bulunduğu mahalleye hitap eden küçük sermaye ile kurulan çok çeşiti olmayan; sadece mahalle çocuklarının ve sakinlerinin mecburi almak zorunda oldukları, lüks olmayan zaruri ihtiyaçlarını karşılayan mahalle bakkalları vardı.
Tarihe adını yazdırmış, tarihte yer almış “ Mahalle Bakkalları “, kapitalizmin devasa sermayeli “Süpermarketler Zinciri“ karşısında dayanamayıp bir çoğu kepenklerini kapatmak zorunda kalıyor...
Bu yokoluşu yiğit birinin dur demesi gerek!..
Çok az sayıda da olsa bazı mahallelerde hala “Mahalle Bakkallarına” rastlamak mümkün...
Omzuna ceketini atmış, eline tesbihini almış, başına püsküllü kırmızı fesini takmış, kuşağına kamasını sokmuş, ince uzun bıyıklarını burmuş, yamuk yumuk yürüyen; sağa sola nara atarak afra tafra mahallenin sokaklarında dolaşan “Yıkılmadım ayaktayım” diyen; eski Külhanbey Osmanlı bıçkın delikanlılarının tarihten yokolduğu gibi “ Mahalle Bakkalları” da, “ Süpermarket Zincirleri” ne karşı desteklenmezse tarihten silinip gideceklerdir...
Böyle kadim bir kültüre çok yazık olacak...
Çocukluğumda mahallemizde Laz Hoca bakkal açmadan önce Tezekan’da ( Özhan Mahallesi) Södözü Çeşme’sinin tam karşısında “ Mahalle Bakkalı” olarak Hakkı Dayının dükkanı vardı. Bu bakkal öyle ahım şahım bir bakkal değildi. Çatısı olmayan dambaşılı, kerpiçten yapılmış, oturulan evin yola bakan bir odası bakkal olarak tahsis edilmişti.
Bu “Mahalle Bakkalı”na harcı toprak olan taşlar ile örülmüş birkaç merdivenle çıkılıyordu. Tertemiz beyaz kireç ile badanalı duvarlarında sıra sıra dizilmiş modern raflar yoktu. Tahtadan derme çatma bir iki tane raf göze batıyordu, Ürünlerin çoğu yerde çuvallarda, sepetlerde ve kasalarda idi. İçerdeki satılan eşyaları saysam otuzu geçmezdi. Ürün olupta; somun ekmek, çay, şeker, sigara, yağ, makarna, sebze ve meyve gibi halkın devamlı kullandıkları ihtiyaç duyulan gıda maddeleri idi. Temizlik maddesi olarak da sadece sabun görünüyordu bir kenarda. Tursil, Mintax, Omo, yumuşatıcı gibi çeşit çeşit deterjanlar henüz Hakkı Dayının bakkalda arz-ı endam etmemişti. Genç kız ve kadınlar başlarını ve çamaşırlarını “kil” dediğimiz toprakla yıkıyorlardı.
Eşyaları tartmak için ortadaki sapından tutulan; havaya kaldırıldığında her iki tarafında üçer ince zincirle bağlanmış kap şeklinde iki gözü olan; bu gözün birine kilo ve gramlar, diğerine de ürünün konulup havaya kaldırılarak tartılan el terazisi, “Mahalle Bakkalları”nın vazgeçilmez demirbaş eşyalarından biriydi.
Hakkı Dayıdan biz çocukken genellikle kırık leblebi, kuru üzüm, iğde, keçiboynuzu, sakız, çiklet ve döşenek alırdık. Bunları da parayla satın almazdık. O zamanları parayı bulmak her babayiğitin karı değildi. Çatıda tavuklarımızın yumurtlamasını dört gözle beklerdik. Tavuklar gıdıklamaya başladıklarını duyar duymaz çatıya uzatılan merdivenden, anamızın haberi olmadan yavaş yavaş çıkar daha yumurtanın üzerinden kalkmamış tavuğun altından korka korka elimizi altına uzatır; doğal fabrikadan yeni çıkmış gedosuz sıcak yumurtayı aldığımız gibi soluğu doğrudan Hakkı Dayıda alırdık. Getirdiğimiz yumurta sayısına göre Hakkı Dayı bize istediğimiz ürünü( kırık leblebiyi, iğdeyi, sakızı vb) verirdi.
Tavuklar o gün grevde olupta yumurtlamazsa evimizde buğday varsa buğdayı, arpa varsa arpayı götürür; onun karşılığında canımızın çektiğini alırdık. Çoğu zaman eskimiş işe yaramayan naylon ayakkabılarımızı, sanayinin çöplüklerinden veya sokaklarda topladığımız bakır tellerini, demir parçalarını da götürdüğümüzde Hakkı Dayı bizi boş çevirmezdi; el terazinde bu eşyaları tartar, kendince bir hesap yapar, talep ettiğimiz yiyecek maddelerini honi şeklinde kıvırdığı gazete kağıdı içine koyar elimize tutuştururdu. Bazı zamanlar da oynamak için renkli renkli döşenek ( bilye) satın alırdık. Bazen de getirdiğimiz yumurta, buğday, eskimiş naylon, bakır tel, demir karşılığı, elimize sayılan demir paraları kaptığımız gibi göt ata ata sinemaya giderdik...
Hakkı Dayının beyaz zayıf çelimsiz bir atı ve bu atının arkasına koştuğu bir de eski bir at arabası vardı. Çarşıdan bakkalına aldığı gıda ve diğer malzemeleri bu at arabası ile taşırdı. Zaman zaman at arabası ile mahalle mahalle dolaşarak çocukların ihtiyaç duyduğu çerezleri ( leblebi, keçiboynuzu vb) ve evlerin ihtiyacı olan gıda ve sebzeleri satardı; köylere gittiği de olurdu...
Çocukluğumuzda bu tür satış yapanlar sokağımıza geldiklerinde çok yüksek bir sesle “ Çerçici geldi, çerçici geldi,” diye bağırdıklarını duyardık. Mahalle çocukları bu sesi duyar duymaz evlerimizden dışarı fırlar birbirimize haber verirdik: “ Çerçici gelmiş arkadaşlar, çercici gelmiş arkadaşlar!..” Bir de bakarız ki mahallenin bütün veletleri “Çerçicilerin” başına tünemişler.
Hakkı Dayıdan başka develerle gelip çerçicilik yapanlar vardı. Çerçiçiler, develeri ile çok ilgimizi çekerdi. Mahallenin bir yerine “Çerçici” deveyi ıktırırdılar. Devenin hörgüçleri üzerine yükledikleri kıl keçilerinin kıllarından ördükleri büyük heybelerin içinden çıkardıkları ürünlerini mahalleliye satarlardı. Genelde develerle bu “Çerçiciler” keçiboynuzu, kırık leblebi ve iğde getirirlerdi. Bunlarda Hakkı Dayı gibi parası olmayana yumurta, eski naylon ayakkabı, bakır kap kaçak karşılığı verirdi.
Develer ile gelen “Çerçicilerin” çoğu esmer, pala bıyıklı, delmeleri üzerinde parlayan zincirli köstekli saatleri ile ilgimizi çekerdiler; alt taraflarına da siyah renkli şalvar giyerlerdi; bizler de o zaman “ Aaa, adamlar kadınlar gibi tuman ( don) giymiş der, birbirimize bakışır gülerdik...
Adana’dan, Gaziantep’ten, Hatay’dan geldikleri söylerlenirdi “Çerçicilerin”. Kış girmeden sonbahar mevsiminde her yıl okulumuzun bahçesinde beş-altı veya daha fazla sayıda iplerle birbirine bağlanmış develer kervanı ile kozalak da getirir, okulumuzun bahçesine yıkarlardı. Yorgun düşmüş develerin ağızlarından beyaz köpükler akıtarak geviş getirmelerini zevkle izlerdik. Satı Kalfamız, Zikri Kalfamız da tüm kış boyu kup kuru kozalaklarla sobalarımızı tutuştururlardı.
Develerle yapılan “Çerçicilik” tarih oldu. Sıra mahalle bakkallarına geldi; onlarda gün sayıyorlar desem yalan olmaz. Belki de bizimle birlikte tarih olurlar. Onu da zaman gösterecek...
Tezekan’daki Hakkı Dayının bakkalından sonra elli metre evimizin uzağında bir bakkal dükkanı açan , Trabzon’un Çaykara’sından gelme Laz Hocamız’dan, eşeğinin ve bakkal dükkanından daha önce hikayesini yazdığım için hiç bahsetmedim. Merak edenler iki bölüm halinde ki “Laz Hoca’nın Eşeği”hikayemi okuyabilirler...
Hakkı Dayı rahmetli oldu. Mekanı cennet olsun . Allah rahmet etsin.
Bir başka mahalle bakkalı hikayesinde buluşmak dileğiyle...
Devam edecek.