sukrubilgili - MAKALELER-ANILARIM
30-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKKERDE: FUTBOL TOPU ÇORUH NEHRİNE UÇTU

30-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE 

OTUZUNCU BÖLÜM: FUTBOL TOPU ÇORUH NEHRİNE UÇTU!..

Artvin Parasız Yatılı Erkek Öğretmen Okulu’nu ilçemiz Alaca’da sadece üç kişi kazanmıştık: Ömer Polat, Baki Karabıçak bir de ben. Bizlerin bu okulu kazandığımızı ilçemizde duymayan kalmamıştı. Küçük bir kasaba olduğu için,  tez yayılıyordu bir haber; kahvelerde, berberlerde, sağda solda yapılan sohbetlerde; ”Tatar İsmail’in oğlu Şükrü, Terzi Bilal Çavuş’un oğlu Ömer ve Mehmetbeyli Pehlivan’ın oğlu Baki Artvin Parasız Yatılı Erkek Öğretmen Okulu’nu kazanmış” diyorlardı.

Meşhur olmuştuk küçük bir kasabada. Çünkü o yıllarda Parasız Yatılı Öğretmen Okullarını kazanmak her babayiğidin karı değildi. Sınavları çok zordu. Genelde Anadolu’nun zeki, fakir çocuklarının girmesi teşvik ediliyordu bu okullara.

Ne yazık ki üç yıl önce ilkokuldan sonra girdiğim öğretmen okulu sınavında başarılı olamamıştım.  O zaman kazanmış olsa idim üç yıl ortaokul ile dört yıl lise olmak üzere yedi yıl okuyacaktım. Yedi yıllık öğretmen okullarının sayısı da bir elin parmakları kadardı. Bu okullar döner sermayeli idi. Öğrencilere  meyvecilik, hayvancılık, çiftçilik uygulamalı olarak öğretiliyordu. Yapılan üretim fazlaları da ( süt, yoğurt, et, tavuk, tahıl, nohut, her türlü meyve vb ürünler) öğrencilere yediriliyordu. Ankara’daki Hasanoğlan Öğretmen Okulu bunlardan biri idi. İlkokuldan sonra sınavı kazansa idim bu uzak diyarlara gelmeyecektim belki...

Dört yıl okuyacağımız Artvin Parasız Yatılı Erkek Öğretmen Okulu’nda hem lise mezunu sayılacaktık hemi de meslek lisesi.. Liseler o yıllarda üç yıldı; biz bir yıl daha fazla okuyarak meslek lisesi mezunu sayılıp öğretmen olacaktık. Nasip bugüne imiş. Rabbimin bana çizdiği kaderde Artvin’e gelip okumakta var imiş.

Ailemde, çevremde ve yakın akrabalarımda hiç öğretmen yoktu.  Akrabamız olmasa da babamın çok yakından tanıdığı bir Kırım Tatarı olan Adalet Öğretmen ile yine Kırım Tatarı Başkatip Ziya Amcanın kızı Avukat Deniz Hanım vardı. Adalet Öğretmen Hanım ilkokul öğretmeni idi. Babam, Adalet Hanıma “ Benim, Artvin Erkek Öğretmen Okulu’nu kazandığımı söylemiş. Oğlumu göndereyim mi ? “ diye sormuş; o da “ İsmail Amca, hiç tereddüt etme. Artvin çok uzak ama yatılı olması iyi bir şey. Senden fazla para çıkmaz. Talebelerin bütün masraflarını devlet karşılıyor.  Çocuğunu gönder okula,” demiş... Avukat Deniz Hanım da babama benzer ifadeler kullanmış.

Babam  sadece Adalet öğretmene, Avukat Deniz Hanıma sormamıştı. Önüne gelen herkesten beni Artvin’e gönderip göndermeme konusundan bilgi almıştı. Ömer Polat’ın babası Terzi Bilal Amca ile de görüşmüştü. Bilal Amca da “çocukları gönderelim “ demiş. Babam da beni böylece Artvin’e göndermeye karar vermişti. Okuldan mektup geldiğinde Artvin’e göndermeye hiç niyeti yoktu. Yaban ellerde daha çocuk yaşta oğlunun okumasını gönlü razı değildi. Babam bir de işin maddi boyutunu düşünüyordu.  Her şeyin devlet tarafından karşılanacağını öğrenince fikri değişmişti.

Ömer ve Baki ile aynı sınıfta olmama sevinmiştim. Cuma namazı sonrası okulun kapısından adım attığımızda zil çalmıştı.  Ömer :  “Hadi o zaman birlikte sınıfa gidelim” demişti; Ben de “Ömer, Eğitim Şefi Faik Hocamız, ‘bugün ister derse gir ister girme’ dedi. Acaba sizinle mi gelsem yoksa okulun içinde gezip sağı solu mu tanısam? Bir düşüneyim” demiştim. Tam yemekhanenin yanında iken “ Ömer, siz derse gidin. Bir günün beyliği beylik. Ben derse girmiyorum. Size iyi dersler. Dersler bitince  idare binasının önünde buluşalım” dedim. Geri döndüm. Top oynanan sahaya giden merdivenlerden aşağıya indim. 

Okulun futbol oynanacak çok geniş bir toprak sahası vardı. Sahanın doğu kenarında  üç katlı bina ve biraz yukarısında da bir başka bina dikkatimi çekti. Her iki bina idare binasından, yemekhane ve yatakhanelerin bulunduğu binalardan ayrı yapılmıştı. Bu iki binanın öğretmenlerin kaldıkları lojmanlar  olacağını tahmin ettim. Bu konuda da yanılmamıştım. Gerçekten bu iki binanın biri idarecilere, diğeri de öğretmenlerin oturmasına tahsis edilmişti.

Sahada ağaçtan iki kale direği dikilmişti ama top oynılan alan doğru dürüst düzeltilmemişti; birçok yerde çukurlar, tümsekler göze çarpıyordu. Talebeler bu kötü toprak sahada yakınlarda düzlük bir alan olmadığından mecburdular burada top oynamaya. Bu çakır çukur sahanın içinden geçerek “Çoruh nehrine bir bakayım” dedim. Çoruh nehrini yakından görmeyi çok merak ediyordum. Bugüne kadar büyük bir ırmak görmemiştim. Ben Çoruh nehrine doğru giderken bir sınıfta top sahasına iniyordu.

Okulumuzun güney alt kısmından, yatakhanenin balkonundan ilk defa  uzaktan gördüğüm  Çoruh nehrine şimdi yakından bakıyordum; çok dehşetli akıyordu. Çıkardığı gürül gürül sesten, bulanıklığından korktum.Top sahasının kenarında Çoruh nehri boyunca bir beton duvar uzayıp gidiyordu. Duvarın top oynanan toprak zeminle buluştuğu yerdeki yüksekliği bir veya bir buçuk metre idi. Hiç bir korkuluk demiri yoktu üzerinde. Buradan aşağıya baktığımda beton duvar Çoruh nehrinin kenarına kadar iniyordu ve  hemen hemen tahminen on metre yükseklikteydi. Gerçekten de bu duvar dik ve çok yüksekti...

Duvardan aşağıya tekrar tam kafamı uzatıp  bakacaktım ki bir düdük sesi duydum. Arkama dönüp baktığımda  eşofman giymiş ufak boylu sarı saçlı bir öğretmen elini sallayarak : “ Duvarın kenarından uzaklaş” diye bağırıyordu bana..

Düdük öttüren ve benim duvardan uzaklaşmamı  seslenen öğretmen top sahasının ortasında idi; sağ ayağının altında bir top vardı; öğrenciler  iki gruba ayrışmışlar; maça başlayabilmeleri için benim Çoruh nehrine bakan yüksek duvarın kenarından uzaklaşmamı bekliyorlardı. Beden öğretmeni eliyle yanına gelmemi işaret etti. Yanına gittiğimde “ Evladım, sen okula yeni gelmişe benziyorsun. Çoruh nehrine baktığın duvarda koruma demirleri yok. Çok tehlikeli. Sakın bir daha oraya yaklaşma. Aşağı bakarken başın döner uçurumdan düşebilirsin. Hadi şimdi doğru yukarı  çık” dedi ve beni okul idaresi binasının olduğu tarafa yönlendirdi. 

Merdivenlerden yukarı çıktım. Sağ tarafta top sahasını bakan teraslanmış ve düzeltilmiş iki küçük bahçe vardı. Orada birkaç öğrenci oturmuş konuşuyorlardı. Ben de alt bahçenin beton duvarına oturdum.  Sahada futbol topu oynayan öğrencileri izlemeye başladım. 

Abim profesyonel futbolcu olduğundan ben de futbolu seviyordum ve iyi de top oynuyordum. Abim bana Çorum’da Çimento sporda oynarken meşin bir top,  bir de Galatasaraylı eşofman getirmişti. Mahalleli çocukluk arkadaşlarımla evimizin arkasındaki boş tarlalarda , Su Deposu’nun altında, Tezekan Mahallesi’nin çayırlarında çok top oynamıştık... Zaman zaman Tezakanlı çocuklarla maçlar yapmıştık... Zamanla ben de bu sahada top oynayacağımı düşünürken sahadaki futbol maçını da zevkle izliyordum. 

Maç kıran kırana geçiyordu. Sanırım son sınıf öğrencilerdi. Beden öğretmeni hem top oynuyor hem de elindeki düdükle hakemlik yapıyordu; sert giren, favul yapan öğrencileri uyarıyordu.  Sahanın tam ortalarında Çoruh nehrine bakan kenarda iri yarı bir öğrenci topa kaleye doğru vuracağım derken nehre doğru vurdu. Top gitti gitti duvarın üzerine çarptı ve sonra da görünmez oldu. 

Top tam benim baktığım yerde Çoruh nehrine uçmuştu. Öğrencinin biri topun peşinden koşmuştu ama yakalayamamıştı. Diğer öğrenciler ve öğretmende duvarın kenarına gidip düşen topun arkasından baktılar. Beden öğretmeni üç öğrenciyi yanına çağırdı, onlara bir şeyler anlatıyordu. Ben uzaktan seyrettiğimiz için ne konuştukları bilmiyordum. Yalnız öğretmenle konuşan üç öğrencinin koşarak bize doğru geldiklerini gördüm.

Yanımda oturan arkadaşlara “ Bu arkadaş üç koşarak nereye gidiyorlar?” dediğimde, içlerinden esmer tenli biri “ Sen herhalde bu okulda yenisin. Çoğu zaman top oynarken Çoruh nehrine kaçar. Korzul Mahallesi’nin bir  kilometre ilerisinde Çoruh nehri daralıyor. Orada Hopa’dan ve Erzurum’dan gelen karayollarının birleştiği ve Artvin’e geçişi sağlayan bir köprü var. Buraya Köprübaşı deniliyor. Bu köprünün Korzul tarafında Çoruh nehri geniş bir alana yayılıyor. Yoldan bir iki metre Çoruh nehrinin kenarına inilebiliniyor. Genelde bizim sahadan düşen toplar orada kenara vuruyor. Biraz önce yanımızdan koşarak giden öğrenciler bahsettiğim yerde topu yakalamaya gidiyorlar” dedi...

Yedek futbol topu vardı. Beden öğretmeni yedek topu eline aldı. Orta sahaya geldi. Öğrencilere bir şeyler söyledi. Uzakta olduğumdan ne söylediğini bilmiyordum ama şöyle söylediğini tahmin ediyordum: “ Arkadaşlar gördüğünüz gibi dikkatsiz bir vuruş sonucu bir topumuz Çoruh nehrine düştü. Arkadaşlarınız topumuzu kurtarmaya gittiler. Belki yakalayabilirler belki yakalamayabilirler. Şu elimdeki yedek toptan başka top yok. Bunu bilesiniz. Topa abanarak vurmayın ve özellikle Çoruh nehrine yakın olan yerde oynarken dikkat edelim “ 

Beden öğretmeni maçı orta sahada yeniden başlattı... Baktım futbol maçının  tadı kaçtı. Yerimden kalktım. İdare binasına doğru yöneldim. “Abdurrahman Abiyi göreyim, ondan sonra da kütüphaneye gidip Artvin hakkında birkaç kitap okuyup şehir hakkında bilgi sahibi alayım “ dedim...

Devam edecek...

Whatsapp'ta Paylaş