4-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE
Yaşanmış gerçek bir hayat hikayesi
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: ARTVİN’E YOLCULUK : CİPCİ HAYDAR !..
Ben kamyonun en arkasının köşesinde iki elimle birlikte
düşmemek için kasadan tutunarak ayakta duruyordum. Amca ile konuşmamızın
arasından fazla bir zaman geçmemişti.
Kamyon Hatap Un Fabrikası’nın önünde durdu.Burada inecek kişi
atlamaya çalışırken ben de kendimi kaldırdım aşağıya attım. Düzenli bir atlayış
yapmadığımdan yere düşerken ayağım hafifçe burkulmuş, acımıştı. Eğilip ağrıyan
ayak bileğimi ovarken kamyon hareket ettiği anda tekerlerinden çıkardığı
toz toprak arasında gözden kayboldu...
On üç yaşında bir çocuk olarak köye gitmekten korkmuş, ani
bir karar verip kamyonun kasasından atlamıştım.. “Ne olur ne olmazdı.
Bilmediğim bir köye gitmek doğru değildi. Pala Bıyıklı amca, beni evinde misafir
edeceğini söylese de, çok korkmuştum. Bilmediğim bir köyde kaldığımı
babama ertesi gün nasıl anlatacaktım. Ağabeyim, “Çorum’da çok sürtmese
idin otobüsü kaçırmazdın. Köyde niye kaldın?”sözlerine muhatap olacak ve azar
işitecektim.
“Şükrü çok iyi bir karar verdin, iyiki kamyondan atladın. “ dedim
kendi kendime; karanlık yolda korka korka Alaca’ya doğru adım atmaya başladım.
Çorum ile Alaca arası elli kilometre idi; o küçücük ayaklarımla, ürkek, korkan
kalbimle ; karanlıkta bu mesafeyi gidebilir miydim? Bilmiyordum...
Çorum’un Meşhur ( o yıllarda henüz tanınmamıştı) Hatap Un
Fabrikası tarafından köpek sesleri geliyordu. Hemen yolun kenarından elime bir
iki taş aldım. Köpeklerden çok korkuyordum. Çocukluğumuzda bir bahar mevsimi
evimizin arkasındaki boş tarlada sürü halinde dolaşan on-on beş tane kızan
köpeklere taş atmıştık, içlerinden kıllı iri yapılı olanı üzerimize
saldırmıştı. Canımızı zor kurtarmıştık... Bu yüzden köpeklerin yoluma çıkmaması
için içimden Allah’ıma dualar okuyarak tedirgin ve korka korka yürüyordum...
Yolda hiç bir canlı yoktu. Sadece ben vardım. İn cin top
oynuyordu. Gecenin karanlığını köpeklerin havlamaları bozuyordu... Aklımdan
neler geçiyordu neler. Çocukluğumuzda bana anlatılan hikayelerdeki cinler,
periler, canavarlar önüme sanki çıktı çıkacak gibi idi. Genelde çok dikkat
edilmediğinden buğday ve un ayaklar altına döküldüğünden dolayı değirmenlerde
cinler, periler çok olur diyorlardı. Elli metre yolun aşağısında da değirmenin
büyüğü bir un fabrikası vardı; bura da o zaman daha büyük cinler, periler
kesinlikle vardır diye diye korkmaya başladım; yolun kenarındaki çalılar
arasında bazen çıtırdılar duyuyor, ürperiyordum. Cinler, periler ha çıktı ha
çıkacaklar diye... Elimdeki taşları sıkı sıkı tutarak Alaca’ya doğru yol
alıyordum.
Hatap Un Fabrikası’nın biraz ilerisinde tam tepede bir
karakol olduğunu biliyordum. Çünkü Çorum’a gelirken askerler yolumuzu çevirmiş,
otobüsümüzü aramışlar, bizlere de kimlik sormuşlardı... Hiç bir araç gelmezse
oraya gidip sığınayım diyordum. Başıma bir hal gelmeden Karakola kadar
yürürsem, askerler bana yardım ederler diye düşünüyordum.
Tek umudum biran önce karakola ulaşmaktı. Yol uzadıkça uzuyor,
karakol bir türlü görünmüyordu. Arkama bakmayı da ihmal etmiyordum... Bir aracın
farı yürüdüğüm yolu aydınlattı. Kenara çekilip elimi durması için kaldırdım.
Bir minibüs idi gelen. Yanımda durmadı, çekti gitti. Ya beni görmedi ya da bu
saatlerde yolda bir çocuğun dolaşması akla ziyan bir şeydi. Bu çocuk cin
olabilir, peri olabilir almayayım diye korkmuşta olabilirdi minibüsçü...
Ben bu aracın durmadığını görünce arkasından küfürümü savuru
verdim. Ettiğim küfürü duydu mu bilmiyorum. Duysaydı durur beni arabasına alır
iyi bir sopa çekerdi sanırım...
Bir kamyon geliyordu. “Dızzıt dızzıt “ sesler çıkarıyordu. Bu BMC
kamyonuydu. Komşumuz Kulaksızların da vardı böyle bir kamyonu. Ondan biliyordum
gelen aracın markasını. Araç yanıma yaklaştığında elimi kaldırmadım. Kamyondan
ağzımın payımı almıştım. Yine yanlış bir kamyona binmeyi istemiyordum...
Kafama şunu koymuştum; için de yolcu olan, minibüse, cipe
(jip) binecektim. Ancak gecenin bu saatinde bu araçlar emniyetli olurdu. Bir
kamyon şöförünün yanında yalnız başıma yolculuk etmeyi hiç düşünmüyordum. Elimi
kaldırmadığım için de BMC kamyon yanımdan “dızzıt dızzıt “ sesleri çıkararak
uzaklaştı...
Tam karakolun bulunduğu tepeye tırmanan yola geldiğimde arkamdan
gelen bir cip beni yüz-yüz elli adım geçer geçmez, tozları havaya kaldırarak
ani bir fren yaptı; geri geri gelerek yanımda durdu. Umudum tükendiği ve karakola
yanaştığım için elimi kaldırmadığım halde bu araç beni görmüştü. Elimdeki
taşları yere atıp atmamakta kararsızdım. Yanımda duran cipin kapısını
açmaya korkuyordum. Şöför , eğilerek naylon camı olan cipin kapısını
açtı:
“ Evladım, bu saatte yolda ne işin var? Az kalsın seni
çiğneyecektim. Seni geçince farkettim. Bu karanlıkta nereye gidiyorsun?” dedi.
Şöförün açtığı kapıyı, elimdeki taşı yere atarak sağ elimle
tuttum:
“Amca, Alaca’ya gidiyorum. Yanlışlıkla ilerdeki köylere giden bir
kamyona binmişim. Un fabrikasında yolcu indirdi; bende arabadan atladım, “
dedim.
“Evladım, korkmuyor musun gecenin bu vaktinde. Sonra Alaca’ya
yürüyerek gidilmez ki... Bin bakayım , “ dedi.
Şöför ile konuşurken cipin içine bakmıştım. Arkada bir bayanla bir
erkek vardı. Onlar olmasa idi bu cipe de binmeyecektim. Arkada oturan amca
kapıyı açtı, onun yanındaki boş yere oturdum. Koltuğa popomu koyduğumda çok
yorulduğumu hissettim. Ellerime baktım; sol elimdeki taş duruyordu. Korkudan mı
telaştan mı sevinçten mi sol elimdeki taşı yere atmayı unutmuşum...
Cipin içi çok aydınlık değildi. Şöför amca önüne dikkatli bakarak
aracını sürüyordu. Hafif boynunu arkaya döndürdü:
“Evladım, madem Alaca’ya gidecektin. Otobüse niçin binmedin?“
dedi. Şöför amcaya bugün parasız yatılı öğretmen okulu sınavına girdiğimi, sınavdan
sonra Çorum’da gezdiğimi, kolumda saat olmadığından son otobüsü kaçırdığımı,
yanlış kamyona bindiğimi ve Un fabrikasında indiğimi kısaca anlattım.
Şöför Amca:
“Oğlum senin baban , abin yok mu? Seni yalnız niye
gönderdiler? “ dedi.
“Şöför Amca, abim , Çorum Sporda futbolcu. Antremanı vardı. Ona
ben kendim giderim,” dedim. Yoksa abim beni kendisi getirecekti.”
“Abin kim senin?”
“Tatar Satılmış?”
“ Ooo sen demek Satılmış’ın kardeşisin. Yani Tatar İsmail Usta’nın
oğlusun. Babanı da abini de çok yakından tanırım. Sen sen ol bir daha yalnız
başına hiçbir zaman şehirler arası yolculuğa çıkma. Allah’tan ki bana denk
geldin. Başka kamyonlara da binmediğine iyi etmişsin. Ortam çok kötü, “
dediğinde, içimden “Çok şükür Yarabbim. Güvenilir bir aracın içindeyim.
Şöför, abimi ve babamı tanıyor, ” dedim ve elimdeki taşı koltuğun altına
yavaşça bırakıp, cebimde otobüs için ayırdığım paranın tamamını şöför amcaya
uzattım.
Şöför amca uzattığım parayı sağ eliyle elimin üzerine dokunarak
“Paranı cebine koy. Onu harçlık yap. Benim adım Cipci Haydar. Abine ve babana
selamımı söyle. Madem sınav için Çorum’a geldin. Eğer sınavı kazanırsan beni
hatırla ve bana bir dua oku, o bana yeter, ” dedi...
Parayı almadığına çok sevinmiş ve teşekkür etmiştim şöför amcaya.
Yanlarına oturduğum bayanla erkekte bana hayran hayran bakıyorlardı. Bir
ara kadının kocası başımı okşadı : “ Afferin oğlum. Senin yaşında bir
çocuk gecenin bu vaktinde bu yolda yürüyemez. Çok cesur birine benziyorsun .
Ama şöför amcanın dediği gibi bilmediğin yollarda yalnız başına yolculuk etme?”
dedi...
Amca, benim cesaretli olduğumu söylüyordu. Abarttığı kadar
cesaretim yoktu. Cipe binene kadar korkudan “ Yusuf Yusuf” çektiğimi,
kalbimi bir yoklasa idi bu cümleyi bana hiç söylemezdi.
Alaca’ya girdiğimizde yatsı ezanı okunuyordu. Cipci Haydar Amca ,
beni Cumhuriyet Meydanı’nın karşısında Özel İdare binasının önünde indirdi. Eve
gittiğimde babam yatsı namazını kılmış yatmıştı. Annem gecenin bu vaktinde beni
görünce çok şaşırdı. Oğlum ağabeyin nerede? Onunla gelmedin mi” dedi. Ben de
başımdan geçenleri bir bir anlattım. Annem ben anlattıkça çok üzüldü.
“Korkmadın mı oğlum? “ dedi.
“Anne Korkmaz olur muyum? Hala kalbim çarpıyor. Çok şükür
sağ salim geldim. Bana herhangi bir şey olmadı. Bir daha böyle bir şey
yapmam, “ dedim...
Annem, akşam yedikleri bulgur pilavını ve bir tas da ayran
getirdi. İyice acıkmışım. Bir bazlamayı ve bir sahan bulgur pilavını yedim.
Annem “ Oğlum ayranın hepsini içme!..” diye uyarmasına rağmen ben bir tas
ayranı nasıl içmişim hiç farkında olmadım. Çünkü yüreğim korkudan ateş gibi
yanıyordu. Ancak ayran söndürmüştü içindeki yanan alevi... Karnım doyar
doymaz kenarda yatan Aslan ağabeyimin ayak ucuna girdim. Annem de gaz
lambasının şişesini kaldırıp “ püf” dedi ve yattığımız oda zifiri bir karanlığa
büründü.....
Devam edecek...
Not: Cipci Haydar Amcaya Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanı cennet
olsun...
1970 li yıllarda yolcu taşıma jeep (jip) ile yapılıyordu. “J”
harfine dilimiz alışkın olmadığı için bizler “ cip “ diyorduk. Bu
araçların kontağı “Z” harfine benzeyen kıvrımlı bir metre boyunda bir demirdi.
Bu demiri cipin önde tamponun üzerindeki bir deliğe sokulup hızlıca
çevrilerek cip çalıştırılıyordu.