sukrubilgili - HİKAYELERİM
2-ALACA’MIZDA İZ BIRAKANLAR VE “ MECNUNLARIN HİKAYESİ”

SEN NE KADAR GÜZELSİN ŞİRİN ALACA’M

Doğduğum ilçeme tepeden baktım.

Yeşilin tonuna şöyle bir göz attım.

Beyaz bulutların altına yattım.

Sen ne kadar güzelsin şirin ALACA’M!

Su depon, buğday silon, Veli Çayır’ın;

Geven, Evci, Örükaya, Höyük Barajı’n;

Davullu zurnalı panayırın, halayın;

Hiç unutulur mu benim şirin ALACA’M?

Hasret duyarız çok uzaklardan;

Kars’tan, Ardahan’dan, Ankara ‘dan.

Selam olsun; Asya’dan, Avrupa’dan.

Sen ne kadar güzelsin şirin ALACA’M!

Dört yol birleşir tam merkezinde.

Yanık ezanlar okunur camilerinde.

Semahlar yapılır cem evlerinde.

Hiç unutulur mu benim şirin ALACA’M?

Yıldızhan, Ayhan,Özhan(Tezekan),Günhan,

Cumhuriyet ile yan yana Cengizhan,

Unuttuğu mu sanma sakın seni Denizhan.

Mahallelerinle güzelsin şirin ALACA’M.

Tatar, Laz, Kürt, Muhacir, Çerkez’in,

Sağcın, solcun, Alevi’n, Sünni’n.

Herkesi kucaklayan bu meşrebin.

Hiç unutulur mu benim şirin ALACA’M?

Battal Dede Su Deposu’na oturmuş.

Topal Kemal seke seke yorulmuş.

Cantı Kırık Hocam köpüklere boğulmuş.

İnsanlarınla güzelsin şirin ALACA’M.

Yarma’nda, kuyularında yıkanırdık.

Kanlı Bostan ‘da hayvan otlatırdık.

Tarlalarında çelik çomak oynardık.

Hiç unutulur mu benim şirin ALACA’M.

 

İbrahim Usta tulumba tatlısı yapardı.

Kara Mehmet usta simit kurabiye satardı.

Berber Lütfü Usta bizleri kırkardı.

Ustalarınla güzelsin şirin ALACA’M.

Hoyhoy yokuşundan kışın çıkılmaz.

Küre Beli’nde kar, tipiden geçilmez.

Virajlı yollarından hesap sorulmaz.

Sen ne kadar güzelsin şirin ALACA’M!

Deli Cemal,Zeliş, Ökkeş, Burhan,

Bektaş, Daddo, Hacı Ömer, Harun,

Sadık, Rasim, Hattusas, Tahsin.

Mecnunlarınla güzelsin şirin ALACA’M.

Bağrıbütün bostanların vardı.

Anam, babam toprağında yaşardı.

Senden ayrılınca dünyam karardı.

Burnumda tütersin şirin ALACA’M.

Tekken’de adaklar, kurbanlar kesilir.

Aşevinde garipler, gurabalar sebeplenir.

Su Deponda insanlar, aşıklar demlenir 

Her şeyinle güzelsin şirin ALACA’M.

Dumlupınar, Nedim Tuğaltay okullar;

Yerle bir edildi eşsiz tarihi taş binalar.

Acısıyla,tatlısıyla yaşadığımız anılar,

İnsafsızca yok edildi güzel şirin ALACA'M?

Şükrü ağlasan da kar etmiyor.

Dallarında bülbüller ötmüyor.

Baba ocağında duman tütmüyor.

Her şeyinle güzelsin şirin ALACA'M.

5.6.2019

Şükrü Bilgili

Elli yıl önce bu güzel şiirde Alaca'mızda anlatılanları yazıya döktüm.” Gayret bizden , tevfik Allah’tan. “ Okumak ta sizden..... 

2-ELLİ YIL ÖNCE ALACA’DA YAŞAYANLAR VE YAŞANMIŞLIKLARIN HİKAYESİ

Merhum Hayrettin Coşkun ve Oğlu Serdar Coşkun 

Yıl 1975 Haziran ayının ilk Cumasıydı. İlkbahar yeni sona ermiş; yaz mevsiminin sıcaklığı hissedilir gibiydi. Temiz, pırıl pırıl  hava vardı. Bugün Alaca’mızın en kalabalık günlerinden  bir günüydü; ilçemizin yüzün üzerindeki köylerinden, Sungur’ludan, Zile’den, ilimiz Çorum’dan, Komşumuz Yozgat ilinden alış-veriş yapmak; bir haftalık sebze, bakkal ihtiyaçlarını almak için  binlerce insan gelmişti küçük şirin kasabamıza...

Alaca İlçemizin Cumhuriyet meydanının ve 1309 yılında Osmanlı Paşalarından Ömer Paşa tarafından yapılan “Ömer Paşa Camisi'nin “ ( Şimdiki adı Eski Cami) hemen yanında Serdar Coşkun arkadaşımın babasının  nalburiye malzemesi satan dükkanında  Rahmetli babamla ile taban tahtası çakıyorduk. Cumaya bir saat kala babama;

“Babacığım, bugün ben Cuma namazını, Tezekan  Camisinde ( Küçük Södözü veya Küçük Söğütözü, daha sonra Özhan Mahallesi oldu) Yandım Hocamızın arkasında  kılmak istiyorum. İzin verir misin ? Namazdan sonra da eve gidip dinleneceğim.“ dedim.  

Tezekan Mahallesinde, (Küçük Söğütözü veya Özhan Mallesinde ) o yıllarda her evde büyükbaş, küçükbaş hayvan beslenirdi. Her sabah hayvanlar "Södözü Çeşme"si önünde toplanır; sonra da sığır veya davar çobanları Tekke taraflarına yaymaya götürürdü... 

Sabahları çeşme çevresinde bekleyen hayvanlar, mayıslarını (dışkılarını) hiçbir kimseden izin almadan patır patır dökerlerdi. Tezekan’da yaşayan birçok insan hayvanların poklarını elleriyle toplar, duvarlara yapıştırarak kurutup tezek yaparlardı. Ahırda biriken hayvan dışkılarını da ya bahçelerinin veya yolun bir kenarına serer, üzerini çiğner, kurumaya bırakarak “kerme “;  ya da kasnakların içine koyup, üzerini çiğneyip teker şeklinde yuvarlak tezekler yaparlardı.Kış boyu kermeleri, tezekleri sobada yakıp, ısınma ihtiyaçlarını  “kokaryakıtla” karşılamaya çalışırlardı. 

Kömür henüz ortalıklarda yoktu o yıllarda...Köyün her tarafından tezek kokusu geldiğinden Küçük Söğütözü'ne (Özhan Mahallesine) halk kendi arasında “ Tezekan” adını koymuştu...Alacalıların bir çoğuda bu mahalleyi "Tezekan" olarak bilir.

Babamdan izin isterken "Cuma namazını, Tezekan  Camisinde Yandım Hocamızın arkasında  kılmak istiyorum" demiştim. 

Babam ‘da : “ Tabii oğlum gidebilirsin. Dinlendikten sonra serinlikte inekleri yaylıma çıkar.” demişti ve  cebime bir kaç kuruş harçlık sıkıştırmıştı. Babam bazen harçlık verirken böyle yapardı...

Aslında benim bugünkü niyetim;  önce Cuma namazını Tezekan Camisi'nde kılmak, sonra da sabahtan beri dükkanda çalışmaktan yorulmuş, canı sıkılmış, baharın sona erdiği yazın başladığı bu güzel günde sağda solda gezip tozmak, biraz rahatlamaktı... 

Arkadaşım Serdar’ın babası Hayrettin Coşkun, ilçemizde  ilk Eczacı dükkanını açan kişidir. Bu dükkanını 1974 yılında  Eczacı İbrahim Aktaş’a devretmişti. Eczacılıktan sonra esnaflık hayatına Cumhuriyet Meydanında nalburiye dükkanı ile devam ettiriyordu... 

Hayrettin Coşkun Amca; 

“Alacamızda, diplomasız sağlıkçısı  Nadir Batak gibi, Sıhhiyeci Mevlüt gibi,  Çelebçi Cambazların Kemal gibi, Nakliyeci ve Otobüstçü Şıhların Halim Coşkun gibi, İlçemizin tanınmış eşraflarından Rıfat Salbaş ve her çeşit oyuncak, eşyalar satan Binbirçeşitçi Ağabeyi Nihat Salbaş gibi, gıda üzerine toptan ve perakende satış yapan Muhittin ve Nurettin Koçak  kardeşler, Abdullah Aktaş, Mehmet Kandemir, Vahit Günay , Kırklarlı Mahmut, Bakkal Eyüp Gül gibi, Bakkal Hacı Mehmet Sevinç  gibi, Nalburiyeci Kadir Ercoşkun gibi, Manifaturacı Halit Aykaç, Çerkez Hamza’nın oğulları Çerkez Yusuf Kaplan, CEMAL Kaplan ve oğlu Ahmet , Veyis Coşkun, Ömer Danlı , Kayışoğlu, Hacı Hafız Güzel gibi, Kolacı Durak Karslı gibi, Çelik Palas sahibi Şükrü Çelik gibi, mobilyacı Nergizler gibi, Pıçakçı İsmail gibi,  Kahveci Mehmet Baykara, Efe Niyaz, Kahveci , Kahveci Köşker, Kahveci Muttalip, Kahveci Nizo, Kahveci Sefa gibi , Derviş’in Dursun Gençkurt gibi, lokantacı Ayhan ve İrfan Şimşek kardeşler gibi

Herkes tarafından tanınan, hatırı sayılan, sözü dinlenen, İlçemizin ilk esnaflardan biri idi...

Babamdan  izini koparınca, Serdargilin dükkanın hemen yanındaki Ömer Paşa Camisi'nin batı cephesinde yirmiye yakın parmak kalınlığındaki borulardan akan buz gibi soğuk kaynak sulardan abdestimi almak için üzeri tahta betondan yapılmış oturağa oturdum. Kollarımı sıvadım. Çoraplarımı çıkardım Cuma’ya daha bir saat vardı. Sağımda ve solumda bir çok amca da abdest alıyordu...

Yüzümü tam yıkarken enseme “pat “ diye inen bir tokatın acıyla birden ayağa fırladım. Kim vurmuştu enseme bu tokatı? Çok merak ediyordum. Dönüp baktığımda, bir iki adım ilerisinde sağ ayağı önde sol ayağı arkada yere sürüye sürüye geri geri giderken elini ağzına doğru götürmüş Alaca'mızın Mecnunlarından Zeliş ile göz göze geldim...

Bu sabah Serdargilin dükkanlarının önünde tahtaları içeri alırken  Zeliş geçmişti yanımdan. O’nun arkasından  ensesine vurup dükkana kaçmıştım . Zeliş’te peşimden koşup gelmişti; dükkanın önünde yarım saat beklemişti. Benim  içerden çıkmayacağımı anlayınca çekip gitmişti...

Zeliş’e, biri vurduğunda ; O’da aynı kuvvetle ve aynı yere anında karşılığını veriyordu. Eğer Zeliş’e vurup kaçtıysanız, onu hiç unutmazdı. Bir kaç gün geçse dahi sizi gördüğü an acısını aynı dozda aynı yere vurarak alırdı. Benim de bu sabah ensesine vurduğunu unutmamış, dönmüş, dolaşmış, takip etmiş ve enseme tokatı patlatmıştı...

Yine bir gün Zeliş’e, “Ayağının altına bir bakayım “ demiştim. O'da, sağ ayakkabısının topuğuna basıp hafifçe havaya kaldırmıştı, ben de ayakkabımın ucu ile dokunmuş, ayakkabımı hiç yerden kaldırmayarak sürüye sürüye geri geri gittiğimde beni bir müddet takip etmişti. Sonunda Zeliş, ayakkabımın altına vuramayacağını anlayınca bana okkalı bir tepik atmıştı...

Zeliş , yine kendi gibi Alaca'mızın Mecnunlarından  Cemal ile hiç anlaşamıyordu. Hatta ilçemiz Alaca’yı kendi aralarında paylaşmış, özerkliklerini ilan etmişlerdi. Yozgat Yolundan Çorum Yolu'nun Doğu yakası Cemal’in , batı Yakası Zeliş’indi. Zaman zaman birbirlerinin mevkilerine geçtiklerinde kavgaya tutuşurlardı.  Bu kavgada genelde Cumhuriyet Meydanında olurdu. Çoğu kere bu iki mecnunun kavga ettiklerine şahit olmuştum. Kavga fazla kızışmadan çevredeki esnaflar koşarak gelip ayırıyorlardı. Yalnız Cemal, Zeliş'ten korkuyordu.

Zeliş , zayıf , çelimsiz uzun boylu idi . Cemal ise orta boylu tıknaz, kilolu, devamlı usturaya vurdurduğu parlayan kafasının görüntüsü ve kollarını göğsü üzerinde birbirine sarıp, ayaklarını hafif açarak yan yan yürüyüşü ile tam bir pehlivan gibi idi...Cemal ayık gezmezdi. Yozgat yolunda Şarapçı Hüseyin'e yardım ediyordu. Hüseyin'de ona emeği karşılığı bir şişe şarap veriyordu. Koltuğu altına sıkıştırdığı bu şarap şişesi ile avare avare dolaşır, bir kenara sızar kalırdı. 

Genç Kızlar ve çocuklar Cemal’den çok korkarlardı. Cemal’i karşıdan görür görmez yollarını değiştirirlerdi. Farkına olmadan kızlar veya çocuklar  Cemal’in yanından geçerken eğer ters bakarlarsa,  Cemal hemen rahatsız olur , onlara ağzına geleni sayardı. Bu yüzden Cemal, genç kızların ve çocukların korkulu rüyasıydı. Zeliş’in böyle bir huyu yoktu. Zeliş'e dokunursan; O'da sana dokunuyordu...

Merhum Bektaş ve Zeliş

İlçemizin mecnunları sadece Zeliş, Cemal değildi; Ökkeş, Bektaş’ta İlçemizin solmayan gülleriydi. 

Üniversitede sevdiği birine kavuşamayınca; kara bir sevdaya tutulan, sevdiği kızın saçları gibi topuklarına kadar saçlarını uzatan; çok kibar konuşan, kasketi, uzun siyah pardesüsü , bir elinde asası ve diğer elinde sevgilisine yazdığı ve karşılığını alamadığı sayısız mektupları buruşturup içine koyduğu beyaz filesi ile mecnun mecnun dolaşan Bektaş’ta, her Cuma pazarında görünüyordu...Herhalde Bektaş köylerin birinde yaşıyordu. 

Ökkeş ise fazla çarşıya çıkmaz, kanatlı kapıları önünde , okuldan gelecek çocukların gelişini dört gözle bekler , onların “ Ökkeş, Ökkeş” diye bağırdıklarında, arkalarından elinde sakladığı taşları atarak evlerine kadar kovalardı...

Zeliş’in bana kıs kıs güldüğünü görünce; elimi O’na doğru uzatarak “ Zeliş, sabah ensene vurmuştum. Sen de bana vurdun. Ödeştik. Tamam mı?” dedim, abdestimi almak için tekrar oturağa oturdum. Besmeleyi  çekip abdestime almaya yeniden baştan başladım...

Sol ayağımı topuklara kadar yıkayıp çoraplarını giydim. Ayağa kalktım. Elimi şapka tereği yapar gibi alnıma getirdim,  tarihi Ömer Paşa Camisi'nin penceresinden içeri baktığımda, şaşkınlığımı gizleyemedim. “Aman Yarabbim!“ demişim sesli bir şekilde...

                                     

 Merhum Ömer Paşa Cami İmamı Vahit Hafız Çini

Caminin içine sanki bir nur inmişti bugün; tavandaki avizelerden her tarafı ışıl ışıl parlıyordu. Mihrabın önünde beyaz sarıklı, hafif krem renkli cübbesini giymiş,  yönünü cemeata doğru dönerek bağdaş kurup oturmuş, beyaz sakallı, nur yüzlü caminin imamı Vahit Hafız’ın sağına ve soluna İlçemizin hafızları hilal şeklinde dizilmişlerdi. Hocalarımız ve hafızlarımız herhalde mevlid okuyorlardı...

Bu hilalin içinde kimler yoktu ki; Vahit Hafız’ın sağında, Emir Hafız, Zekeriya Hafız, Lütfü Hafız, sol yanında da Seyit Hafız, Beşiktepeli Mustafa Hoca, Nuri Memet Hafız. İlk safın tam ortasında da Müftü Ahmet Efendi ve İlçemizin kanaat önderlerinden ilginç giyimiyle dikkati çeken Şıh Bekir Hocamız oturmuştu...

İlçemizin manevi mimarları olan bu hocalarımız, hafızlarımız yaz tatillerinde camilere gelen binlerce gencimize   Elif cüzü, Kur’an, namaz süreleri, otuz iki farzı, elli iki farzı, namaz kılmayı, ahlakı, doğruluğu, dürüstlüğü öğretmişlerdi...Okullardaki yeterli verilmeyen dini bilgiler hocalarımız sayesinde telafi ediliyordu....

İlçemizde yapılmış tarihi binalar; Osmanlı Dönemine ait ve Cumhuriyet döneminde de kullanılmış, şu anda Askerlik Şubesinin olduğu yerdeki Cephanelik, Alaca Nedim Tuğaltay Ortaokulu,  Dumlupınar İlkokulu ve Hükümet konağı yerle yeksan edildi

   

                               

Ortada oturan Merhum Vahit Hafız Çini      

Elli yıl önce; Vahit Hafız, Emir Hafız, Zekeriya Hafız, Lütfü Hafız, Seyit Hafız, Beşiktepeli Mustafa Hoca, Nuri Memet Hafız, Şahmender Hafız, Yandım Hoca ve  Müftü Ahmet Efendi gibi Alaca'mızın manevi mimarlarının yetiştirdiği binlerce Alacalı hafızlarımız, hocalarımız,  onlardan aldıkları bayrağı büyük bir şerefle taşıyarak, gençlerimize ve çocuklarımıza Kur'an öğreterek vefa borçlarını ödüyorlar....Alaca’mızın tarihi binalarını yıkmışlardı ama bu manevi mimarların yetiştirdikleri eserleri, insanları ve bizleri yıkamamışlardı...

Yukarıda ismi geçipte vefat eden Alaca'mızın esnaflarına, mecnunlarına , hafız ve hocalarımıza Allah'tan rahmet diliyorum.... Mekanları cennet olsun....Yaşayanlara da sağlıklı , sıhhatli , huzurlu ömür diliyorum Rabbimden...

Devam edecek....

Whatsapp'ta Paylaş
Yorumlar
2-ELLİ YIL ÖNCE ALACADA YAŞAYANLAR VE YAŞANMIŞLIKLARIN HİKAYESİ
Zeki15 Haziran 2020 : 22:51:15  
ogüz durukan kaç yaşında merak ettim. bkerep dalma burhanettin tonganin dükkanın yanında dükkanı olan durukanlardan birisini acaba?
2-ELLİ YIL ÖNCE ALACADA YAŞAYANLAR VE YAŞANMIŞLIKLARIN HİKAYESİ
Nazmi Koçak15 Haziran 2020 : 18:22:06  
rahmetli zeliş'i bilirim.babam kahvehane çalıştırdığında gelirdi.derlerki askere giden biri zelişe vurup kaçmış askere gitmiş.2yıl sonra zeliş bunu görüp aynı şekilde ona vurarak unutmadığını göstermiş.allah rahmet eylesin. mekanı cennet olsun
2-ELLİ YIL ÖNCE ALACADA YAŞAYANLAR VE YAŞANMIŞLIKLARIN HİKAYESİ
Hacı kaya09 Haziran 2020 : 17:00:36  
ellerine sağlık çok güzel olmuş tatbiki güzel allacamizin mazisi çok güzel
2-ELLİ YIL ÖNCE ALACADA YAŞAYANLAR VE YAŞANMIŞLIKLARIN HİKAYESİ
Oğuz Durukan07 Haziran 2020 : 11:59:56  
bulundum.selamlar.
2-ELLİ YIL ÖNCE ALACADA YAŞAYANLAR VE YAŞANMIŞLIKLARIN HİKAYESİ
Oğuz Durukan07 Haziran 2020 : 11:59:01  
dirilir,doğmamış olan buzağılar,firik olmamış buğdaylar bu kişiler tarafından açıkca tefecilik yapılarak zorla veya icra kanalı ile alınırdı toplum bilmesine rağmen tepkisiz kalırdı.kulüp adı altında kurulan yerlerde oynanan kumar da otobüsler el değiştirir sermeyadar kumar masasında oturur parası biten oyuncuya para verir tarlasını ,evini alırdı.toplumun üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi sessiz kalırdı.toplumun cüretkarlara karşı gösterdiği kabulün cehaletten kaynaklandığını düşündüğüm için kütüphane yaptırma derneğini kurarak gençlerimizin kitaplık ve kütüphaneye yönelmeleri için gayrette b
2-ELLİ YIL ÖNCE ALACADA YAŞAYANLAR VE YAŞANMIŞLIKLARIN HİKAYESİ
Oğuz DURUKAN07 Haziran 2020 : 11:43:52  
sevgili arkadaşım,alacanın sosyal katmanlarını nezih bir şekilde anlatmışsın,çok güzel olmuş.sosyal yapının ekonomisine eğitimine gençlerimizin bu yapıda yerine eylence mahallerine bir gecede el değiştiren mal ve mülkte anlatılmaya değer.ben müsaade edersen bir nebze de olsa değineyim.eğitim yürekler acısıdır,bu konuda rol alan öğretmen ünvanlı kişiler cinsel tercihleri yönünde öğrencilerini yönlendiriyor bunun bilinmesine rağmen bu sapıklığa toplum hayat hakkı tanımıştır.karısını bedeli mukabilinde pazarlayan aile toplum da yer bulmuştur.ekonomi aynı ailenin çeşitli fertleri tarafından yönlen
2-ELLİ YIL ÖNCE ALACADA YAŞAYANLAR VE YAŞANMIŞLIKLARIN HİKAYESİ
Seyit07 Haziran 2020 : 10:38:22  
selamünaleyküm kardeşim sayenizde geçmişe güzel bir yolculuk yaptık ,kalemine sağlık..
Sonraki