Oğlumun, ikinci hanımın oğlunu, iki yüz koyunumu
kurtlara boğdurmasından dolayı, meşe
odunu ile attığı sopa olayından sonra tatlı aşımız acılaşmıştı. Yediğimiz
lokmalar bir türlü gitmiyordu. Eşimin benden soğuduğunu, diğer kocasından olan çocuklarının da çok
mesafeli durduklarını hissediyordum. Belki kızgınlıkları geçer diye sabırsızlıkla
bekliyordum. Hanımın ve çocukların gönüllerini yapmak için elimden ne geliyorsa
yapıyordum.
“Yeter ki eşim beni bırakıp
gitmesin.” diyordum.
İkinci hanımla evliliğimizin
altıncı yılı idi. Mevsim kıştı. Bir hafta önce bir tosun satmıştım. Parasını da
eşimin eline sayıp “ Sen sakla bu
parayı. Sende kalsın . Ben ilçeye
gidiyorum. Akşam dönerim .” deyip, vedalaşıp evden ayrıldım.
Akşam köye geldiğimde şok oldum. Eve
girdiğimde dünyam başıma yıkıldı. Eşim, evde
değerli ne var ne yok kıymetli eşyaları, kendisine sakla diye verdiğim tosunun parasını
ve çocuklarını da alıp köyden gitmişler. Mal melal ortada kalmış; ahırdan
hayvanlar aç ve susuzluktan börüm börüm bağırıyorlardı. Hemen ahıra girip
hayvanların yemlerini suyunu verdim. Sonra da doğru komşulara gittim. Durumu
anlattım. Onlar da “ Senin eşin ve çocuklarından hiç haberimiz yok.” dediler.
Birkaç hafta sonra hanımdan
telefon geldi. Ben İstanbul’dayım gel beni al.” dedi. Ben de “Seninle benim
işim bitti. Seni boşayacağım “ dedim ve bir celsede boşandım.
Küçük oğlum köye geldi. “Baba
artık yaşlandın. Yalnız kalamazsın. Seni ben yanıma götürmek istiyorum. Ahırda
ne varsa satalım. İnat etme gel gidelim.” dedi.
Baktım oğlum doğru söylüyordu. Yaşım gelmişti
seksene… Dediğini yaptım ve Ankara’daki küçük oğlumun yanına yerleştim.
Ankara’da dört duvar arasında
yaşamak beni sıkmaya başlamıştı. Oğlumdan, gelinimden ve torunumdan başlangıçta
şikayetçi değildim. İlk altı ay hiçbir sorun olmadı. Ufak tefek hoşnutsuzluklar
olsa da sineye çekiyorduk hepimiz. Yıllardır dağ havası, köy havası yaşamış
ben, Ankara’nın kirli ve gürültülü havasına alışamamıştım ve beni buralar
daraltıyordu…
Torunumu oğlum nişanlamak istedi.
Hepimiz çok sevindik. Torunum benim adımı taşıyordu. Bu yüzden çok seviyordum
keratayı. O da beni seviyordu. Ben biraz titiz insandım. Torunumun nişanlısının
ailesini el altından araştırdım, sordum.
Kime sordu isem ailesi hakkında olumlu cevap alamadım.
Bir akşam oğlum, “Baba, torununu
bir hafta sonra ailesinden isteyip nişan yüzüklerini takacağız. Ne diyorsun bu
işe? “ dedi.
“Oğlum, torunum size açmadan önce
bana anlatmıştı bu konuyu. Bana kızın anasının babasının adını söylemişti. Ben
de kızı, anasını , babasını araştırdım, sordum. İyi bir aile değiller. Ben bu
işe razı değilim. “ dedim.
Oğlum, benim bu sözlerimi duyar
duymaz renkten renge girdi. Eğilerek işaret parmağını gözüme sokar gibi “ Baba
sen bu işe karışma. Çocuklar birbirini istiyor.” dedi ve çekip gitti.
Ben yıkılmıştım. Sanki bu
kaldığım ev başıma kapaklanıyordu o an. Deprem oluyor zannediyordum. Duvarlar
yıkılıyordu üzerime üzerime…
“Madem bu çatı altında torunum
hakkında benim bir söz hakkım yok. Bu evde artık durulmaz. “dedim ve kendimi
sokağa attım. Yol boyu serseri mayın gibi bir oyana bir buyana savruldum durdum.
Bir taksiye el ettim. Keçiören’de oturan kızımın adresini söyledim,
“Evladım, beni bu adrese götür. “ dedim.
Kızım bahçe katında oturuyordu ve
evi caddeye bakıyordu. Komşuları ile bahçede sohbet eden kızım, taksiden
indiğimi görünce koşarak yanıma geldi. “Hayrola baba, sen benim eve gelmezdin. Bu ne hal? Abimle bir problem mi oldu? Hele gel
şöyle otur da ferahlan. “ dedi, bahçenin kenarındaki bir sandalyeye oturttu.
Kızıma olayı anlattım. Kızım da “ Baba, burası da senin evin. Abime artık
gitmezsen bizde kalırsın. Üzülme. “ dedi.
Kızım, benim gelişime, ilk günleri çok sevinmişti. Damat ise bu
durumdan hoşnut olmamıştı. Daha sonraları zaman zaman damat ile tartışmalarına
odamda kulak misafiri oluyordum.
Damat “İki tane oğlu var. Baban gitsin onlarda
kalsın. Her iki oğluna da ev aldı araba aldı. Bütün destekleri onlara çıktı.
Gerçi bize de yaptı yardımı ama onlar kadar değil. Benim aldığım maaşı
biliyorsun. Ancak çocuklarımıza ve bize yetiyor. Babana ara sıra hatırlatsan
iyi olur. Oğullarında kalması konusunda ikna etmeye çalış. “diyordu.
Kızımın evi de bana dar gelmeye
başladı. Sanki diken üstünde oturuyordum. Sofraya konan yemekler ve ekmekler
boğazımdan geçmiyordu. Kızım “Baba ekmekten aştan kesildin. ‘Ye dese’ de ben
yiyemiyordum. Damadın söyledikleri aklımdan hiç çıkmıyordu. “Kızım iştahım
kesildi. O yüzden yiyemiyorum.” diyordum, ama onlar da benim huzursuzlandığımı
hissetmeye başlamışlardı…
Kaçmak istiyordum; uzaklara, başka diyarlara gitmek istiyordum ama
nereye….Bir türlü karar veremiyordum.
Zaman zaman Güçsüzler Yurduna gelip gidiyordum. Burada
kalan ihtiyarlarla sohbet ediyordum. Dertleşiyordum onlarla… Bilgi alıyordum
kaldıkları yurt hakkında.
Bir gün sabah kararımı verdim. Yurt Müdürünün kapısını çaldım. Sağolsun Müdür
bey, beni çok iyi karşıladı. Durumu anlattım.” Ben bu yurtta kalmak istiyorum.
Bana yardım edin. Yoksa ben kendimi alıp bilinmedik yerlere gideceğim. “ dedim.
Müdür Bey, “Benim şu anda acil bir işim çıktı
, şehir dışına çıkacağım . Senin işini birkaç gün sonra halledelim.” dedi. Ben
de “Müdür Bey, ben bugünden itibaren burada kalmak istiyorum. Ne kızımın ne de
oğlumun evine gitmek istemiyorum. Ne olur beni kırmayın?” dedim.
Müdür Bey , emekli maaşımın olup
olmadığını sordu ben de “ evet var “ deyince, “Birkaç gün burada misafir kal. Ben
arkadaşlara söyleyeyim, sizinle ilgilensinler. Bu zaman zarfında da şu
evrakları tamamla. Üç gün sonra geldiğimde senin yatış işini resmileştirelim. “
dedi ve böylece buraya kapağı attık.
Ben, Hüsrev ağanın anlattığı hayat hikayesini pür dikkat
dinliyordum. O kadar güzel anlatmıştı ki araya girip soru bile soramıyordum. “Buraya
kapağı attık!” sözlerini duyar duymaz, “Neyin karşılığında burası seni kabul ettiler.”
Dedim. Hüsrev Ağa “Emekli maaşımın yarısını veriyorum” diye cevap verdi.
“Amca, sanırım buradan memnunsun.
Oğulların, kızların gelip gidiyorlar mı? Buraya yerleşince sana tepkileri nasıl
oldu? “
“Büyük oğlan altı yıldır hiç
uğramamıştı. Geçenlerde geldi. ‘Baba senin burada kalman bizim zorumuza
gidiyor. Akrabalarımız , köylülerimiz bizleri kınıyor. Seni buradan çıkaralım.’
dedi. Ben de kabul etmedim.
“Kardeşinize evlatlık verdiğiniz
torunun da sana hiç geldi mi?” dediğimde
“Onun da Allah canını alsın. Ona da bir ev bir araba almıştım. O da beni ne
aradı ne sordu. Sen sen ol. Sağlığında evlatlarına mal verme. Bak benim gibi soluğu Güçsüzler
Yurdunda alırsın.” Dedi ve gözlerimin
içine baktı.
“Çok haklı konuşuyorsun. Senin
başına gelen benzer hikayeler duydum. Yalnız sana son bir soru soracağım.
Gördüğüm kadarı ile senin evlatların hayırsız çıkmış. Sen babana bunlar gibi mi
davrandın da başına bu geldi. Genelde şöyle söylerler: ’Sen babana, anana
bakarsan, evladın da sana bakar.’ ”
Dedim, amca derin bir nefes aldıktan sonra konuşmasına devam etti.
“Babam hanedan çok zengin bir adamdı.
Bize fazla muhtacı yoktu. Ama ben olsun kardeşim olsun babama ve anama bizim
evlatlar gibi hayırsız değildik. Elimizden geldiği kadar ölünceye kadar onlara
baktık”.
“O zaman senin başına gelen bu
felaketin sebebi ne? Hiç geriye dönüp bir muhasebe yaptın mı? Ben nerede hata
yaptım? Ben nerede suç işledim de Rabbim bana bunu reva gördü ? “ dediğim de,
“Hemşerim, ben suçumu da biliyorum hata mı da.
İki suçum var. Birisi köyde beni çekemeyenleri, benim önüme çıkanları, engel
olanları, adam tutup dövdürüyordum. İkincisi de çok zamparalık yaptım. Bir de
baştan söylediğim gibi bir hatam oldu; o da ölmeden önce evlatlarıma malımı
dağıtmam. Malımı evlatlarıma dağıtmasaydım şimdi onlar benim peşimden koşarlardı.
Beni el üstüne tutarlardı. Şimdi ise ne arıyorlar ne soruyorlar. Babalarını
güçsüzler yurduna terk ettiler. İşte kapısında beş yüz seyisi olan Hüsrev ağanın,
evlatları tarafından bakılmayıp, güçsüzler yurdunda hayatını sürdürmesinin
sebepleri bunlar.” dedi ve noktayı koydu….
Evet Hüsrev ağanın hayat hikayesi
bu idi. Bu hikayeyi dinlerken sanki yıllar önce seyrettiğim, çok güldüğüm ve bir hayli de zevk alığım ; Şener Şenin “Züğürt Ağa” filmini hatırladım.
“Hüsrev Ağanın Hayat Hikayesi”
de , “Züğürt
Ağa Hikayesinin “ bir başka versiyonuydu sanki….
Bu yüzden hikayemize “Kapısında Beş Yüz Seyisi Olan Hüsrev Ağa;
Güçsüzler Yurdunda” yerine
”Kapısında Beş Yüz Seyisi Olan Züğürt Ağa; Güçsüzler Yurdunda” dedim
ve güzel de oldu sanırım.
SON...
Kalın sağlıcakla…