Ordu ilimizde ve Karadeniz sahil
boyunda bugüne kadar görülmemiş şiddetli yağışların arkasından büyük bir sel
felaketi yaşanıyor. Köprüler uçtu. Evler ve iş yerleri sular altında kaldı. Bir
çok araç zarar gördü. Karayolunda çökmeler yaşandı. Heyelanlar , göçükler
oluştu. Fındık bahçeleri tahrip oldu. Vatandaşın
kurutmak için yollara serdikleri tonlarca fındık, sel ile birlikte Karadeniz’e
akıp gitti.
Yetkililer şiddetli yağışların ve
sel felaketin devam edeceğini, vatandaşların dikkatli olmaları konusunda uyarılıyor
yapılıyor. Televizyon Haber Kanalları saatlerce bu felaketi canlı olarak
veriyor. Çok şükür can kaybımız yok. Rabbim en kısa zamanda bu felaketten bizi
kurtarsın.
Sel deyip geçmeyin. Çocukluğumda
ve Kızıllı Köyünde öğretmenlik yaparken bizzat yaşadığım sel felaketlerini hiç
unutamıyorum.
İlçem Alaca’nın Tekke ve
Kanlıbostan dediğimiz mevkiden gelen iki dere, Tezekan mahallesinin kuzeyinde birleşerek , ilçemizin
batısından kuzeyine doğru Muhacir Mahalesinin harmanların üzerinden Hışır köyü
topraklarından , Çorum tarafına doğru akan bir çayımız var. Daha önceki yıllarda yaşanan sel felaketi
nedeniyle bu dere yatağının kenarına toprakla doldurulan bir set yapılmıştı.
On yaşında ya vardım ya yoktum. Mevsim
Ağustos ayının sonları veya Eylül ayının başlarıydı. İlçemiz Alaca’da şiddetli
bir yağış olmuştu. Alacamızın güneyinden, batısından ve kuzeyinden geçen
çay, yağan yağmurun şiddeti ile dolup
taşmıştı. Büyük bir sel felaketiyle karşı karşıya idi ilçemiz.
Setin hemen altında Eski Sanayi Çarşının
hemen yanında harmanımız vardı. Babam çok telaşlanmıştı; sel, seti aşarsa bizim
harmanı da götürür diye…Annem, ağabeyim, ablam evden koşarak babama yardım
için gitmiştik. Azgın sel suları setin
seviyesine kadar çıkmıştı, seti aştı aşacaktı… Babam ve bizler çok korkmuştuk.
Babam elindeki kürekle harmanımızın hemen üzerindeki setin çukur yerlerini
toprakla canla başla dolduruyordu.
Elli metre ileride Ankara yolu
üzerindeki köprüye doğru gittiğimde; Alacalılar köprünün kenarına akın
etmişlerdi; köprünün üzerinden suların
taştığını, bulanık ve çok deli akan sularla birlikte, ineklerin, koyunların,
yılanların , tosbaların, köstebeklerin, öbek öbek harman yığınlarının, yatak
döşeklerin ve bostanların (kavun, karpuz. vb.) yuvarlanarak akıp gittiklerini korku ile seyretmiştim..
Bir iki saat sonra ise selin hızı
yavaşladı. Toprak Set sayesinde ilçemiz ve
babamın harmanı büyük bir felaketten kurtulmuştu. Setin ve çayın öbür yakasında
ki harmanlardan hiçbir eser kalmamıştı.
Yaşadığım ikinci sel felaketi ise
çok tehlikeli idi ve nerede ise canımızdan olacaktık.
Alaca ilçemizin Kızıllı köyünde
1978-1984 yılları arasında ilkokul öğretmenliği yaptım. Bu köyde çok güzel
günlerim geçti. Kızıllı köylülerinden Emin abi, Kilo (Aslan Coşkun) , İsmail Abi beni avcılığa alıştırmışlardı.
Mevsimine göre tavşan, keklik, balık avına gidiyorduk bunlarla. Bu güzel üç
insan şu anda aramızda yoklar. Rahmetli oldular. Mekanları Cennet olsun.
Bir gün Emin abi “Hoca , bu
cumartesi Alaca’ya gitme. Seninle Kabil tarafına hem balık tutmaya hem de
keklik, tavşan avına gidelim.” Dedi. Ben de “Tamam Emin abi. Çok iyi olur”
dedim.
Mevsim Ekim ayı idi. Okullar yeni
açılmıştı. Cumartesi sabahı Emin abi, Kilo, İsmail Abi tüfeklerimizi, fişeklerimizi,
balık tutmak için olta ve balık ağlarımızı, yiyeceklerimizi alıp yola çıktık.
Bize eşlik eden bir de av köpeği
vardı. Adı Toni idi. Sırtından baş
kısmına kadar siyah, bacak kısımları sarı , karın bölgesi ise tüm beyaz olan bu
sevimli köpek; İsmail abinin özel yetiştirdiği
bir kuş kopeyi idi. Av köpeklerine kopey diyorduk. Toni’nin kuyruğu kesikti; İsmail abi ava gittiğinde ses yapmasın diye
kuyruğunun ucundan biraz budamıştı.
Her gün ders bitimine doğru Toni
okula gelir, ders yaptığım sınıfın penceresine iki ayaklarını dayar, sınıfın
içine göz atardı. Öğrencilerim Toni’nin
camdan bize baktığını görünce “Hocam, hocam Toni geldi. Toni geldi.” diye
bağırırlardı. Ders bitimin de beni kapıda bekler ayaklarıma sarılırdı. “Sanki
bana ava gidelim “derdi. Bazen taksi ile ava gittiğimizde bizden önce arka
koltuğa adam gibi otururdu. Götürmek istemediğimizde arabanın içinden zor
çıkarırdık Toni’yi…
Bir gün köyün alt tarafında
tarlalarda çil keklik avına gitmiştik. Toni önümden ilerliyordu. Ben de elimde on
altılık tüfeğim ile her an bir çil keklik, sapların arasından kalkar diye
tetikte bekliyordum. Üç dört metre önümde sapları koklayarak giden Toni birden ön
ayaklarını direyerek dim dik durdu.
Gözlerimin içine baktı. Birbirimizin gözlerine bakarken kesik kuyruğunu
çevirmeye başladı.
Toni ile ilk defa av yaptığımdan
bu hareketlerden bir anlam çıkaramamıştım. Sol tarafımda aynı hizada yürüyen
İsmail abi “ Toni kap!. ” diye seslendi. Birden Toni’nin çok süratli bir
şekilde hamle yaptığını gördüm. Bu hamlenin arkasından sürü halinde on-onbeş
tane keklik sürüsü “Pırrrr” diye önümden kalkı verdiler.
Benim ödüm patlamıştı. Baktım ki sürü
halinde keklikler havada uçuyordu; Toni “hav hav” diye onların peşinden koşuyordu.
Tüfeğimi kekliklere doğrultup tetiğe bastım. “Güm” diye sesin arkasından bir
keklik yere düştü. Toni hemen düşen kekliğe doğru koştu, sapların arasından
onu buldu, ağzına aldı bana getirdi. Hayvan canlı idi. Bir iki saçma değmişti.
İsmail abi yanıma geldi. Elindeki bıçakla kekliğin boynunu kesti. Bana uzattı…
“Aferin Şükrü Hoca. Sen iyi
atıcıymışsın” dedi. Ben de “İsmail Abi benim ilk keklik vuruşum. Bugüne kadar
hiç keklik avına gitmemiştim. Tesadüf oldu herhalde. Çünkü fazla atıcılığım yok.
“ dedim..
Toni ile av yapmak çok zevkli
idi. Bu yüzden Toni’nin bizimle gelmesine sevinmiştim. O gün bir taksi
ayarlayamamıştık. Ava yaya gidiyorduk. Emin abinin dediğine göre gideceğimiz
yer hayli uzaktı. Çok neşeli idik. Sırtlarımızda yüklerimiz, ellerimizde
tüfeklerimiz sohbet ede ede yol alıyorduk.
Yalıçal köyünü geçtikten sonra avlana avlana
Kabil köyünün aşağısındaki Alaca İlçemizden itibaren gelen dereye geldik. O gün
şanslı değildik; önümüze ne keklik çıktı
ne de tavşan. Emin abi, “Hoca uçan kuş, kaçan tavşan vuramadık ama dereden çok
balık tutarız. Onu yeriz. Endişelenme. ” diye beni teselli etmişti. Emin Abi,
İsmail Abi ve Kilo Abi gençliklerinden beri bu derede balık avlamaya
geliyorlarmış. derenin neresinde balık
var çok iyi biliyorlardı.
Balık tutacağımız yere
geldiğimizde paçalarımızı dizlerimin üzerine kadar sıvadık, derenin karşı
tarafına geçtik. Sırtımızdaki yükleri derenin kenarında yükselen kayalıkların kıyısına
bıraktık. Su fazla akmıyordu. Eşyalarımızın bir iki metre ilerisinde dere
yatağına balık ağını suya bıraktık. Balık ağını gerdiğimiz yerin yukarı
kısımlarından elimizdeki çubuklarla balık inlerini karıştırdık. İnlerden çıkan
balıklar birer birer balık ağımıza takılıyorlardı. Yarım saat içinde kırka yakın balık tuttuk.
Tuttuğumuz balıkları kenardaki kumların üzerine attık.
Emin abi, biz balıkları tutarken
çay demlemişti. “Çocuklar çay hazır. Balıklar ölene kadar gelin bir şeyler
atıştıralım. Sabahtan beri bir şey yemedik. Sonra da balıkları pişiririz” dedi.
Balıklardan temizlediğimiz ağı
tekrar aynı yere gerdik. Emin abinin yanına geldik. Yere bir sofra bezi serdik.
Köyden getirdiğimiz domates, çökelik, soğan, salatalık ile karnımız doyurduk.
Yediğimiz çökelek, domates, salatalık bal gibi gelmişti. Hepimiz iyi açıkmışız.
Yemeğimizi yerken ve çayımız içerken kumların üzerine attığımız balıklar zıpır
zıpır zıplıyorlardı.
Henüz yemeğimizi bitirmemiştik ki
yakınlarımızda hava gürledi. Şimşekler çakmaya başladı. Hafif hafif yağmur
atıştırmaya başladı.
Ben “Emin abi yağmur yağacak.
Balıkları toplayayım mı” dedim. “Şükrü, toplamana gerek yok. Biraz sonra hava
açılır. Bizim burada fazla kara bulutlar yok. Alaca ve köyümüzün tarafında çok
kara bulutlar var. Oralara herhalde fazla yağmur yağıyor.” Dedi.
Bu konuşmamızın ardından on beş
dakika ya geçti ya geçmedi. Benim kulaklar çok hassastı. Bulunduğumuz yere gittikçe yaklaşan “Hışır
hışır “ bir ses duydum. Oturduğum yerden bir metre yükseklikteki kayaya çıktım.
Sesin geldiği derenin yukarı kısmına baktığımda önüne çer çöpü katmış “”hışır
hışır “ses çıkararak büyük bir suyun
geldiğini görür görmez “Emin abi sel geliyor. Çabuk tüfekleri, eşyaları alın benim
yanıma çıkın “dedim.
Benim can havliyle bağırmam ile Emin
abi, Kilo, İsmail abi oturdukları yerden birden fırlayıp ellerine ne
geçirdiyseler alıp yanıma geldiler. İnanın saniye ile kurtulmuşlardı.
Çıktığımız kayanın üzerinden seli izlemeye başladık. İlk gelen sel dalgası önüne
kattığı ağaç dalları ile birlikte balık ağlarımızı, kenarda kumların üzerine
bıraktığımız balıklarımızı aldı götürdü.
Balıklarımıza ve ağlarımıza
üzülürken kendimizin büyük bir tehlike olduğunun farkında değildik. Taki sular
yükselmeye başlayana kadar. Suyun yüksekliği çıktığımız kayanın seviyesine
gelmişti. Ayaklarımızın altından sular şırıl şırıl akıyordu... Bir metre
yukarıda korunacağımız bir düzlük kaya vardı. Önce ben çıktım. Sonra Toni’nin
ön ayaklarından tutup yukarı aldım. Sonra da İsmail abiyi, Emin Abiyi, ve Kilo
abiyi uzattıkları tüfekler ile yukarı çektim. İki metre yüksekte idik. “Sel
buraya gelmez artık !” diyorduk. Bir yandan da selin götürdüğü inekleri,
camuzları koyunları sayıyorduk. Kırk elliye yakın hayvan sele kapılıp gitmişti.
On dakika geçmemişti ki sel
suları yine ayaklarımızın bastığı kaya seviyeni çıkmıştı. Tekrar yukarı
baktığımızda son çıkabileceğimiz bir düzlük görünüyordu. Aynı şekilde tekrar
son gidebileceğimiz kayanın sırtına çıktık. Artık yukarıya çıkacak bir yer
yoktu. Beş altı metre yükseklikteki kayalar dikleşiyordu. Bu dik kayayı
tırmanmanız imkansızdı. Kayalarda tutunacak bir yer görünmüyordu. Hepimizi bir
korku sarmıştı. Bu son çıktığımız yere de sel suları çıkarsa ölüm bizim için
mukadder görünüyordu.
Sular yükseldikçe yükseldi. Ayaklarımızın
bir iki santim aşağısından yalayıp gidiyordu. Üç avcı ve Toni birbirine sarılmış
kurtulmayı bekliyorduk. Kaç dua okuduğumuzu bir Allah bilir bir de biz.
Ölümle burun buruna gelmiştik. Kurtuluşumuz mucize idi. Çünkü artık kaçacak bir yerimiz kalmamıştı. Tek kurtuluş sel sularına atlayıp kurtulmaktı. Ama o da garanti değildi. Kilo Aslan abi, “Ben askerde denizci idim. İyi yüzerim. Kendimi ve sizi de kurtarabilirim. Suya atlayalım. “ dedi. Emin Abi “ Kilo aklını başına topla. Sel suyunda yüzemezsin. Çok soğuktur ve şiddetli akıyor. Seni alıp götürür. Kendin bilirsin. Ben seninle suya atlamam.” Dedi. Kilo Aslan abide bu konuşmadan sonra ısrar etmedi.
Kaç dakika geçti tam hatırlamıyorum.
Birden İsmail Abi’nin “Sular azalıyor. Bakın bakın. Bulunduğumuz kayadan beş
santim aşağıya indi.” Sesi hepimiz sevindirmişti. Ellerimiz açıp Rabbimize dua
etmeye başladık. Sular aşağıya indikçe sevincimize diyeceğimiz yoktu. Yarım
saat sonra ilk oturduğumuz kayanın seviyesine indi.
Bir yarım saat sonra da diz
kapaklarımızın üzerindeki seviyeye geldiğinde paçalarımız sıvayıp tüfeklerimizi
omuzlarımıza, çantalarımızı sırtımıza asarak, ayakkabılarımızı bir elimize
alarak ve diğer elimizle birbirimizi tutarak , önde Kilo amca arkada ben olmak
üzere dereyi geçmeye çalıştık.
Derenin suyu buz gibi idi. Tam
derenin ortasına geldiğimizde ayaklarımız dondu. Hareket ettiremiyorduk.
Birbirimize destek vererek karşıya zor güç geçtik. Kenara geldiğimizde ayaklarımız
uyuşmuştu. Buz kesmişti. Ayak parmaklarımızı oynatamıyorduk.
Ellerimizi nefeslerimizle ısıtıp,
ayak parmaklarımızı ve donan ayağımızı ovuşturarak ısıtmaya
çalıştık. Emin abi “Derenin kenarında
fazla oyalanmayalım. Tekrar sel gelebilir. Yukarı çıkalım “ dedi. Yukarı
çıktığımızda çoraplarımızı ve ayakkabılarımız giyip, eşyalarımızı alıp köye
doğru yürümeye başladık.
Akşam ezanı okunmuştu derenin
kenarından ayrılırken. Biraz zaman geçtikten sonra ise hava iyice karardı. Önümüzü
zor görüyorduk. “Emin abi köyün yolunu bu karanlıkta bulabilecek miyiz?” dediğim de, ” Şükrü hoca eğer bulamazsak Toni
bizi köye götürür. Korkma !“ dedi ve yüreğime su serpti.
Hepimiz hem korkmuş hem de çok yorulmuştuk.
Elimizdeki tüfek, sırtımızdaki eşyalar
bize öyle ağır geliyordu ki sormayın. Sanki tonlarca yük taşıyorduk sırtımızda
ve elimizde. Adımlarımızı zor atıyorduk. İsmail Abi ara sıra uyarıyordu.” Birbirimizden
fazla uzaklaşmayalım. Kayboluruz yoksa…” diyordu.
Ben çok pişman olmuştum. Avcılığın böyle tehlikeli olacağı hiç aklıma
gelmemişti. Yanımda yürüyen Kilo Amcaya “Ben bir daha ne balık avına ne de keklik,
tavşan avcılığına gitmeyeceğim. Şu çektiğimiz sıkıntıya bence değmez Kilo amca.
Sizi bilmem. Kararım kesin. Beni bir daha ‘Hadi Şükrü Hoca ava gidelim diye! Yellendirmeyin.” dedim.
Kilo Amca yılların avcısı idi. Almanya’da
işçi olarak çalışıyormuş. Bir kış günü izine gelmiş; kar yağsa da tavşan avına
gitsem diye. İzninin bittiği güne kadar kar yağmamış. Almanya’ya tam gideceği gün
köyden ayrılırken kar atıştırmaya başlamış. Alaca’da otobüs garajına gelmiş.
Biletini almış. Otobüsün hareket saatine bir saat varmış. Kahvede bir çay içeyim
demiş. O sırada kar şiddetini artırmış. Kahveden çıktığında kar on santim olmuş.
Kilo amca , hemen garaja gidip biletini iptal ettirmiş. “Ben Almanya’ya gitmiyorum.
Köyüme dönüp ava gideceğim.” demiş ve köyün yolunu tutmuş. Kar bir ay erimemiş. Kilo
amca hergün tavşan avına gitmiş. Almanya’ya bir daha gitmemiş. O gün bugün canı
çektikçe tüfeğini alıp avlanmaya gitmiş.
Avcılık hastası olan Kilo Amca
benim pişmanlık sözlerimi duyunca “Şükrü Hoca, bu avcılık öyle bir kötü
hastalık ki zamanla anlayacaksın. Ben sırf bu av yüzünden Almanya’ya daki işimi
bıraktım. Şimdi sen zoru görünce pişman oldum diyorsun. Bak beni iyi dinle.
Sende bizim gibi bu avcılığa bulaştın. Avcılar ava giderken şeytan avcıyı arkadan
vızzıklar. Avcı şeytanın bu vızzıklaması ile koşa koşa ava gider. Dönüşte de
eğer bir şey vuramadı ise avcının sırtına biner. Dönüş avcıya o kadar zor gelir
ki. Şimdi senin zorlandığın gibi. Bak yarın sabah kalkar kalkmaz canın ava
gitmek isteyecektir “ dedi.
Yalıçal sırtlarından köyü
gördüğümüzde köy tarafından traktörlerin üzerimize doğru geldiklerini gördük.
Gece yarısını geçmişti. Köylüler meraklanmış bizlerin gelmediğini görünce traktörlerle
aramaya çıkmışlardı. Karşılarında yorgun perişan biz avcıları görünce
köylülerimiz çok sevindi.
O gece Emin abinin köy odasında
yattım. Çok korkunç rüyalar gördüm. Öğle vaktine kadar uyumuşum. Bir ara Emin
abinin “ Şükrü Hoca kalk ava gidiyoruz” dediğini işittim. “Hayır ben
gitmiyorum “ deyip yataktan bir ok gibi fırladığımda, karşımda Kilo amca, İsmail Abi ve Emin abi kıs kıs gülüyorlardı.
Atalarımızın bir sözü var : “İt
bilmem şeye tövbe eder mi? “ Tabi ki
etmez. Ben de “Her ne kadar ava gitmeyeceğim. “desem de, o gün yine aynı ekip ile köyün aşağısındaki
tarlalara keklik avına gittik…..