HAYATIM
İlkokul öğretmenimiz
Nesimi Kamış, yakışıklı, güzel mandolin çalan, sert mizaçlı biriydi. Çizgileri
düzenli yapmayan, yuvarlakları eğri böğrü çizen ve yaşı da ufak birkaç
arkadaşın ellerine çantalarını vererek "Oğlum senin yaşın ufak. Bir daha ki
sene geleceksin. Yarından itibaren okula gelme." diye evlerine
gönderiyordu.
Bana ne zaman sıra
gelecek diye oturduğum yerde tir tir titriyordum. Beni eve göndermesin diye
akşamları evde çizgiler ve yuvarlaklar yapıyordum. Herhalde başarılı oldum ki
beni eve göndermedi hocam. Belki de Kadir Başoğlu öğretmenin dostu olan birinin
çocuğu olduğumdan bana torpil geçti.
Birinci sınıfta mandolin denen aleti ilk defa görüyor, bir müzik aletiyle ilk defa şarkı söylüyordum. Müzik dersimizde öğretmenimiz mandolinin akordunu yaptıktan sonra penası ile tellerine dokunmaya başlar, bizler de arkasından ilk öğrendiğimiz:
"Daha dün annemizin
Kollarında yaşarken,
Çiçekli
bahçemizin,
Yollarında koşarken,
Şimdi
okullu olduk.
Sınıfları
doldurduk.
Okul
bizim yuvamız.
Yaşasın
okulumuz.",
Şarkısını avazımız çıktığı
kadar bağırarak söylerdik.
Müzik dersini bu yüzden
dört gözle beklerdik.
Öğretmenimiz müzik
dersinde mandolini getirmediği zamanları hep bir ağızdan tempo tutarak
"mandolin, mandolin" diye bağırırdık.
Benim de bir mandolinimin
olmasını çocukluğumda çok istedim.
Ama olmadı!….
Bizim oyuncaklarımız para
ile satın alınmazdı; hep el yapımıydı, yani kendi imalatımızdı;
-Ay çiçeği sapından
tekerlekli arabalar, atlar;
-Tahtalardan küçük
kağnılar, kılıçlar.
-Meşe ağaçlarından
topaçlar, maymunlar,
-İlkbaharda yeni
yeşermeye başlayan söğüt dallarından dilli düdükler, çelik- çomaklar,
- İnce tellerden
arabalar,
-Çamurdan döşenekler (bilye-çocukluğumuzda döşenek , deşenek derdik),
arabalar ,
-Hayvanların aşık
kemikleri, gazoz kapakları, sapanlar, yaylar ve oklar…
Sokakta gördüğü oyuncağı almayan
babasına yerlerde tepinip duran şimdiki çocuklar gibi değildik bizler…
Gösterişsiz, maliyetsiz
ve çok basit oyuncaklarla çok mutluyduk.
Çamurdan yaptığımız
döşenekleri, arabaları çatlamasın diye gölge yerde kuruturduk. Çamurdan
ellerimizde oluşan yaralar uzun süre iyileşmezdi. O küçük ellerimiz tosbağanın (kaplumbağa) ayakları ve elleri gibi
pötür pötür olurdu. Arkadaşlarım yaralı ellerime baktıkça benimle “tosbağa elli”
diye dalga geçerlerdi.
Öğretmenimiz temizlik
yoklaması yaptığında ellerimizdeki yaraları önlüklerimizin kollarıyla saklamaya
çalışırdık. Öğretmenimiz elindeki çubukla önlüğün kollarını geriye iteler,
yaralı ellerimizi açığa çıkarır “Bu ne oğlum? Siz ellerinizi sabunlamıyor
musunuz?“ der, hafifçe dokunurdu çubukla o nazik yaralı parmaklarımıza…
Sokaklardan gazoz kapakları
toplardık. Bir iki tanesinin içine ya çamur ya da katran koyardık ağır olsunlar
diye. Bunlar ile morris, baş baş gibi oyunlar oynardık. Gazoz kapakları
bulamadığımız zamanlar çamurdan özene bezene yaptığımız döşenekler, bizlerin en
ucuz maliyetli oyuncaklarımız olurdu.
Topaçlarımızı,
maymunlarımızı (topaca benzer ucu sivri bir
kamçı ile döndürülen oyuncak) babalarımıza yaptırırdık. Kamçılarını ve ipini
kendimiz ayarlardık. İyi dönsünler diye uçlarını hafifçe yakardık. Su deposunun
betonlu zemininde büyük bir zevkle döndürürdük (çevirirdik) topaçlarımızı ve maymunlarımızı…
Benim ki seninkinden iyi
dönüyor diye birbirimizle iddialaşır dururduk..
Çatal ağaçlardan ve
bisiklet tekeri lastiklerinden sapan yapar, serçe ve sığırcık avlardık. Bazen de
daldaki serçeye attığımız taş komşunun camını kırar, babamızdan akşam olunca da
iyi bir dayak yerdik…
Ay çiçeği saplarından,
ince tellerden ve tahtalardan çeçit çeşit arabalar yapar, onlarla günlerce
oyalanırdık….
Bacaklarımızın arasına
sıkıştırdığımız ay çiçek saplarını at yapıp, arkadaşlarla yarış yapardık; sen
geçtin ben geçtim diye….
Hiçbir oyuncak bulamazsak
pantolonlarımızın, ceketlerimizin düğmelerini koparır düğmelerle çeşitli
oyunlar oynardık.
Sokaktaki taşlar bile
bizim oyuncağımızdı. Zor kaldırdığımız taşlarla çot denen bir oyun oynardık. Tezekenin Ardahan mahallesinde bu çot
oynunu çok iyi oynardı.
Bu oyunların hepsi
unutuldu, mazi de kaldı…
İşte bizlerin çocukluk
oyuncakları bunlardı…..
Benim Tosun‘un (Oğlum İsmail Bora’nın) oyuncak
sepetine bakıyorum; hepsi para ile satın alınan ve bayağıda pahalı olan
oyuncaklarla dolu..... Önüne oyuncaklarını döküyorum. Kendi kendine onlarla
oynayıp duruyor. Tosun da bunlarla mutlu oluyor. Biz de mutluyduk Tosun da
mutlu; sadece oyuncaklar farklı bir de parası ….
Biz mi şanslıydık yoksa
şimdiki nesil mi?
Onu da siz karar verin…
Yıllar sonra Artvin
Parasız Yatılı Erkek Öğretmen Okulunu kazandığımda okula kayıt olmaya gelirken
bir mandolin alınmasını istemişti benden okul.
Çorum Spor, o yıllarda 2.
Lige çıkmıştı. Ağabeyim Satılmış’ta amatör olarak oynadığı Çorum Çimento
Spordan Çorum Spora profesyonel futbolcu olarak transfer olmuştu. Yüklü bir
para almıştı. Maalesef bu para ağabeyimi azdırdı, futbola devam edemedi.
İlçemizde ilk profesyonel
futbolcuydu ağabeyim Tatar Satılmış’tı.
Babam bir gün “Satılmış
oğlum, Şükrü yakında Artvin’e okumaya gidecek. Benim dilim dönmüyor okul bir
çalgı aleti istiyormuş. Çorum’dan bulursan sen al.“ demişti.
Ağabeyim de:
“Baba araştırayım, bulursam alırım. Bir dahaki
gelişimde de getiririm.“ demişti.
Ağabeyim , iki haftada
bir Çorum‘dan bizleri ziyarete geliyordu. “Mandolinim gelecek“ diye, Ağabeyimin
yolunu dört gözle bekledim, durdum.
Nihayetinde bir gün elinde
bir mandolinle çıkıp geldi .
“Şükrü al işte senin
çalacağın alet“ dedi.
Hemen kılıfından çıkardım
mandolinimi. Telleri arasına sıkıştırılmış aletini elime aldım. Tangur tungur tellerine
dokunurken, dudaklarım da ilkokulda Nesimi Kamış Hocamızın bize öğrettiği ;
“Şimdi okullu olduk
Sınıfları doldurduk,
Okul
bizim yuvamız.
Yaşasın okulumuz." sözleri dökülüverdi...
İşte
benim hayatta para ile satın alınan ilk oyuncağımdı bu “mandolin!..“
Şükrü BİLGİLİ