HAYATIM
Çocukluğumda
geceleri altımı ıslattığımdan bana “Südüklü
Hörü” lakabını takmıştı, ağabeylerim ve ablam. Annem de her yatağa
işediğimde “Altını ıslatma oğlum”
derdi.
Bu
yüzden içe dönük-ezik bir çocuk olmuştum.
“Altını Islatma “ ile ilgili okuduğum
bir makalede:
“Geceleri
altını ıslatan çocuklar psikolojik olarak içe dönük ve eziklik hissine
kapıldığını, bu sorunun ailelere bıkkınlık verdiğini, yatağını ıslatan çocuğun
kişilik gelişiminin olumsuz etkilediğini, çocuğun bunu bir sır gibi
sakladığını, arkadaş evinde kalamadığını, yaz kamplarına, okul gezilerine, spor
turnuvalarına katılamadığını ve ülkemizdeki her 7 çocuktan birisinin geceleri yatağını
ıslattığını ve çocuklarda uykuda işeme durumunun 2-3 yaşlarına kadar normal
olduğunu, ondan sonra gece işemelerinin mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini ve
bu durumun çocukların kendilerine olan güvenlerini azalttığını”( http://www.hekimce.com)”
Bir
başka makalede ise;
“Gece altını ıslatma, gece uyku sırasında
farkında olmadan idrar yapma olarak tanımlanabilir. Normalde çocukların çoğu
hem tuvalet eğitiminin etkisi hem de mesane kapasitesinin gelişmesi sonucu 2-4
yaş arasında idrarlarını hem gece hem de gündüz tutmayı becerirler. Gece altını
ıslatma çoğu zaman mesane gelişimindeki gecikmenin bir sonucudur, bu nedenle de
yaşla sıklığı azalır.” (http://saglik.tr.net/)
diye yazıyordu.
Aslında
“Altını ıslatan çocuklar” zamanında
tedavi edilmezse, bu sorun ileriki yaşlarda da devam ediyor. O zaman da bu tür
rahatsızlığı olanlar için hayat çekilmez oluyor.
İşte
size yaşadığım bir hatıra.
Parasız
Yatılı Artvin Erkek Öğretmen Okulu’na kayıt olduğum 1972-1973 yıllarında
yatakhanemizde altlı- üstlü tam yirmi ranza vardı. Sizin anlayacağınız bir
odada tam yirmi kişi yatıyorduk. Geceleri horlayanlar, hapşıranlar, gaz kaçıranların
haddi hesabı yoktu.
Bazen
yatmadan önce üst ranzalarda iki grup olur, karşılıklı şakadan yastık kavgası
yapardık. Yırtılan yastıkların içinden pamuklar ortalığa saçılır, yataklarımız
toz duman olurdu. Hemen yatakhanemizin Çoruh nehrine bakan balkon kapısını açar
içerisini havalandırırdık. Çoruh vadisinden ılgıt ılgıt bir serin hava girerdi
odamıza. Çoruh nehrinin de deli akışının sesi gelirdi içeriye.
Duvar
kenarlarında her birimize tahsis edilmiş çelik dolaplar vardı. Elbiselerimizi
bu çelik dolaplara koyuyorduk. Çarşaflarımız ayda bir değişiyordu.
Benim
yattığım yerden üç ranza ilerde bir arkadaş devamlı altına kaçırıyordu. Ara sıra
bende kaçırıyordum. Bu yüzden bizim
yatakhane çok kötü kokuyordu. Arkadaşın üst ranzasında ve yanında hiçbir kimse
yatmak istemiyordu. Benim ki sürekli olmadığından fark edilmiyordu kokusu. Ya
da bana arkadaşlar hissettirmiyorlardı. Nöbetçi öğretmenlerimiz dahi bizim
yatakhaneye girmek istemiyordu. Arkadaşımızın yaşı 15-16 idi ve her sabah ezik
ve mahcup olarak yatağından kalkıyordu.
Bu
ezikliği ve mahcubiyeti okulumuz bitene kadar devam etti.
78
kuşağı olan bizler çok şiddetli hastalıklara çocukluğumuzda yakalandık. Ama hiçbir
zaman bir doktor yüzü görmedik. Bu yüzden de benim gibi ilkokuldan önce veya
sonra altını ıslatanların bir hekime gidip tedavi olduklarını sanmıyorum.
Bizler
kaderimizle baş başa kaldık. Çok şükür bugünlere acı-zulüm gelebildik.
Şimdiki
nesil bizlerden çok çok şanslı.
Köylerde
hamile kalan kadınlarımızın bile bir çoğu hastanelerde doğumlarını yapıyorlar.
Doğan çocukları da ilk günden itibaren topuğundan kan alınarak kontrol altına
alınıyor, her türlü tetkik ve tedavileri yapılıyor. Çocuklara vurulacak aşıları
devlet tarafından sağlık ocaklarında bedava karşılanıyor.
Ülkemizin
bazı illerinde “Aile Hekimliği” uygulaması başladı. Sanırım 2011 yılından
itibaren de bütün ülke sathına “Aile Hekimliği” uygulaması yaygınlaştırılacak.
Eylül
ayında evime mahallemizin “Aile Hekimliği”nden
bir hemşire gelmiş. Eşimle görüşmüş. 19
Eylül 2009 tarihinde dünyaya
gelen ve 14 aylık olan Oğlum İsmail Bora’nın tüm aşılarını yaptırıp
yaptırmadığımızı ve 12 aylık aşısının
zamanının geldiğini ve en kısa zamanda
“Aile Hekimliği Sağlık Ocağı”na gelip, çocuğumuzun aşısının yaptırılmasını
söylemiş. Bundan sonra da sağlıkla
ilgili bütün sorunlarımızın “Aile
Hekimliği” ile çözülebileceğini belirtmiş.
İki
hafta sonra Tosunu (Oğlum İsmail Bora’ya
doğduğundan itibaren Tosun diyoruz) annesi ile “Aile Hekimliği”ne götürdük.
Bizden Tosunun aşı kartını istediler. Bugüne kadar oğlumu bankamızın doktoruna
götürmüş ve aşılarını da orada yaptırmıştım.
Hemşire
hanım oğlumun aşı kartındaki daha önce yapılan aşıları ve tarihlerini
bilgisayar kayıtlarına girdi. 12 aylık aşısını yaptı. Tabi Tosun cıyak cıyak
ağladı. 6 ay sonra (Mayıs 2011 ilk
haftasında) aşı için Tosunu getirmemizi söyledi.
Birde
benim ve eşimin kilolu olmamız nedeniyle kilolarımızı ve boy ölçülerimizi aldı.
Eşimin ve benim ölçülerime göre “OBEZ” olduğumuzu ve en kısa zamanda bir
diyetisyen ile görüşerek zayıflamamız gerektiğini ifade etti.
Şu
andan itibaren eşimle ben “Aile Hekimliği Bilgisayar” kayıtlarına birer ”OBEZ”
olarak geçtik.
“Aile
Hekimliği” nden çok memnun ayrıldık.
Aile
hekimliği müessesi çocukların doğdukları andan itibaren sağlıkla ilgili
kayıtlarını ömür boyu tutacaklar. İnsanların hayatları boyunca geçirdiği
hastalıkları, ameliyatları, aşıları, rahatsızlıkları, kullandığı ilaçları
bilgisayarın hafızasına kayıt edilecek. T.C. kimlik bilgileri girilip, bir tuşa
dokunulduğunda herkesin sağlık sicili gözler önüne anında gelecek.
Şimdi
yine soruyorum: Hangimizin bugüne kadar elinde sağlığı ile ilgili bir sicili
veya arşivi var?
Hiç
birimizin yok.
Ama
bundan sonra “Aile Hekimliği “nde herkes
“Kendi Şahsi Sağlık Sicili” ne kavuşacak.
Ne
kadar güzel bir uygulama değil mi?
Memleketimize
bu güzel hizmet hayırlı ve uğurlu olsun.
Sebep
olanlardan Allah razı olsun.
Eğer
benim Tosun (İsmail Bora), benim gibi ilkokula gidene kadar altını sık sık
geceleri ıslatırsa ilk önce “Aile
Hekimliği” nin kapısını çalacağım. Onların söyleyeceği tedavi metotlarını
uygulayarak, oğlumun bu rahatsızlığını giderebileceğim.
Benim çocukluğumda ve Parasız Yatılı Artvin Erkek Öğretmen Okulunda altını ıslatan arkadaşımın yaşadığı ezikliği ve mahcubiyeti yaşamayacak benim tosun; öğretmeni bir soru sorduğunda yüzü kızarmayacak, arkadaşının evinde rahat kalabilecek; yaz kamplarına, okul gezilerine, spor turnuvalarına çok rahat gidebilecek.
Hiçbir
kimse de benim oğluma bana söylenen “Südüklü
Hörü“ gibi bir lakabı takamayacak ve annesi de ona :
“Altını ıslatma oğlum” demeyecek.
Sağlıklı
günler dilerim.
Devamı
haftaya……